Biz ne yapıyoruz?

Eksikliği giderme... İhtiyaç görme... Ve bunları yerine getirebilme başarısının adı da "hizmet"... Öyle diyorlar...

Ve arkasından da ekliyorlar... Ne mutlu böylesi bir kimlik sahibi olana...

Ancak; nedense bu hizmetleri "verenlerin" bir çoğu, gerçekleştirdikleri icraatleri "devlet kesesinden" yapıyorlar... Buna karşın yine de ortalığa çıkarak "ben yaptım, ben ettim" yaygarasından da bir türlü vazgeçmiyorlar...

Bu feryat, bu haykırış nedendir bilinmez. Hoş bilinse de, alışkanlık yaptığı için bile bile tekrarlanır durur... Tıpkı bozuk plak gibi...

Oysa, devletin bir şekilde yetkilendirdiği ve de görevlendirdiği zat-ı muhterem(ler), kendisine tahsis edilen alanda "işlem" yapmak zorundadır... Hem de en iyisinden, en olmuşundan...

Bu görev anlayışının "cazgırlarca" ilamına ne gerek vardır ki!

"gitti", "geldi", "dedi", "yaptı" gibi sayısız haber ya da bülten!

Bana ne? Kime ne?

"şeker dağıttı". "kitap verdi" (!)

Sanırsın ki zat-ı muhteremin dağıttıkları "kendi kesesinden" (!)

Hoş, Allah göstermesin bir de kendi kesesinden dağıtsa kimbilir neler olacak?

Seyreyle vaveylayı!

Boşu boşuna israf, boşu boşuna zaman harcama!

Ama, ısrarla devam ediyor yaygara!

Cazgırlar da elektriğe ve çaya para vermiyorlar ya! Sayfalara birini koyuyor, diğerini indiriyorlar...

Tabii ki matbaacılar da geri durmuyor böylesi işlemlerden... Onlar da nemalanıyor bir şekilde! Ve yaptıkları işin adı da "gazetecilik" oluyor! Kasım kasım dolaşıyorlar Çankırı sokaklarında...

Hatta hatta "vergi rekortmenleri" listelerinin en tepelerinde yer alıyorlar!

*  *  *

Çankırı'da vatandaş, açıktan akan ve etrafa koku saçan durumdan rahatsız! 4-5 kişi bir araya geliyorlar ve Şerif Taytıs'ın makamına çıkıyorlar... Dertlerini anlatmak ve çözüm bulmak düşüncesiyle...

Taytıs, yarım ağız dinliyor derdi! Sonra aratıyor çevre müdürünü ve konuyu aktarıyor! Karşıdaki müdür "Efendim sözü edilen kokunun kaynağına cezayı yazdık!" diyor ve Şerif Taytıs dönüyor zevata:

- Beyler, gördüğünüz gibi ceza yazılmış, diyor.

Zevattan kendine güvenen arkadaşımız, "Sayın Valim, oraya ceza yazılıp yazılmadığı bizi ilgilendirmiyor! Biz yaşadığımız sorunun ortadan kalkmasını istiyoruz. Şuradan şuraya bir boru yapılsa bu durum ortadan kalkar" (!) diyor ve Şerif Taytıs işte o anda patlatıyor bildik cümleyi:

- Sen bana işimi mi öğreteceksin! Benim toplantım var, diyor ve odadan çıkıyor...

*  *  *

Şerif Taytıs'ın makamından ayrılan heyet, "olmaz ama, yine de gidelim derdimizi anlatalım" diyerek yaşlı matbaacıya (pardon, gazeteciye) uğruyorlar.. Dertlerini anlatıyorlar... Ve bu konuyu sayfalarında dile getirsen... diyorlar...

Vergi rekortmeni matbaacı (pardon gazeteci) şöylece bir başını kaldırıyor ve karşısındakilere "Ben bunu yazamam..." diyerek ve de peşine daha birkaç cümle koyarak durumu açıklıyor...

Ortaya konulan gerekçelerin tamamı "duygusal" (!)

*  *  *

Okuyucuya sunulan "haber"in maliyeti vardır... Ve elde edilen "haber" ister gazetede yayımlansın isterse internet ortamında öncelikli olarak "bedel ödenerek" elde edilir...

Ve bu maliyetler "reklam" yoluyla finanse edilmeye çalışılır... Reklam olmadığı zaman, "haber" ya da "haberci" için kaos başlar... İçine düşülen kaos da, sonuç itibariyle "okuyucuya" yansır...

Okuyucu "haber"siz kalır!

Okuyucuyu son bir yıldır "haber"siz bırakmadıysak...

Ve de Çankırı haberleri alanında sürekli olarak sözcü18'i "bir numarada" tutma başarısı gösterdiysek...

Bütün bunları yaparken sadece ve sadece "tek reklam" almışsak!

Ve de tek reklamla kocaman bir yılı tamamlamışsak!

Söyler misiniz, "biz ne yapıyoruz?"

Yaptığımızın adı nedir?

Ve bu durum nereye kadar gider?

Sorularınızın eksilmediği, verilen yanıtların sizleri tatmin ettiği bir hayat dileğiyle...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.