Öğretemezsin!

Küçüklüğümden beri bütün aile fertlerinin bir arada olduğu akşam yemeklerinde günün kritiği her zaman yapılmış ve bu bir alışkanlık haline gelmişti. Hala da devam etmektedir. Gün içinde yaşanan her türlü iyi ya da kötü olay paylaşılır büyüklerimiz doğru yaptıklarımıza aferin diyerek ödüllendirirler hatalı davranışlarımız da ise doğrusunun nasıl olması gerektiğini öğretirlerdi. Sanırım hiçbir aile büyüğü de kötü davranışlara aferin demiyordur ya da ben demediklerini zannediyorum, inşallah yanılmıyorumdur. Zira genç yaştakilere doğru olarak öğretebildiğimiz her şey gelecek günlerde hem bireyin kendisi için hem de ülke menfaatleri için önem arz edecektir.

Peki, gençlere öğütlediğimiz ya da öğrettiğimiz doğrulara bizler ne kadar riayet ediyoruz. Mesai arkadaşına olmadık karalama, iftira ve yalanlar ile ithamlarda bulunan bir kimse akşam çocuğuna yalan söylemenin hem ahlaki yönden hem de dinimiz gereği kötü bir alışkanlık olduğunu nasihat edebilir mi ? Ya da yapmış olduğu kasıtlı bir uygulama neticesinde başkasının uğramış olduğu haksızlığı bilmesine rağmen kendi çocuğunun gözlerine bakarak kimseye haksızlık etmemesini tembih edebilen var mıdır? Yönetici pozisyonunda çalışan birisi, alt kademesinde çalışan insanlardan doğru çalışana olmadık alçaklığı yaparken ya da yapılmasına göz yumarken, olmadık alçaklığı yapan bir başkasını el üzerinde tutarak nasıl evladına eşitlik, hak ve hukuktan bahsedecektir. Kendi ve kendisi gibi olanların çıkarları için çalan, talan eden bir kimse yaptıklarını bastırabilmek adına başkasına iftira ederek hırsız muamelesi yaptığında iftiraya uğramış kişi mahkemelerde kendisini aklayarak ortaya çıkarsa bunu nasıl temizleyeceklerdir, acaba hiç düşündüler mi? Bunu da yeni yalan ve iftiralarla bastırıp haklı olduklarını mı ilan edeceklerdir.

İnsanların kazanımlarını koruyacaklarını belirterek işbaşına seçimle gelen il yönetimleri her türlü şaibeyi ve tüzük dışılığı uygulayarak tekrar seçilme cüretini gösterebiliyorlarsa dayandıkları doğruluk anlayışı ya da farklılıkları nelerdir. Dayanak olarak dudakları üzerindeki bir tutam kıl parçasını görüyorlarsa unutmasınlar ki kıldan tüyden medet umulsaydı insanoğlunun olmadık yerinde bitmezdi.

Erich Auerbach, “Kötünün Zaferi” isimli denemesinde, Pascal’dan alıntıladığı giriş bölümünde adalet ve güç hakkında şöyle der:

Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. Gücü olmayan adalet acizdir; adaleti olmayan güç ise zalim. Gücü olmayan adalete mutlaka karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır. Adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır. Demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerek; bunu yapabilmek için de adil olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.

Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz biçimde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik, çünkü güç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olmadığını söylemişti. Haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı kıldık."

Anlayabilene her cümlesinde ayrı bir ders var.

Daha dün kendisine birçok haksızlıklar yapıldığını düşünenler uğradıklarını düşündükleri haksızlıkları bu gün başkalarına yapabiliyorlarsa bu kısır döngüden asla kurtulmamız mümkün gözükmemektedir. Evladını gözüne bakarak doğruluktan, dürüstlükten vatanseverlikten bahsedebilmek için öncelikle bu hasletlere kendimizin sahip olması gereği asla unutulmamalıdır.

Sözcü18 yazı ailesinin bir ferdi olarak birkaç gün sonra kutlayacağımız Kurban Bayramınızı tebrik ederim.

Rasgelsin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
1 Yorum