'Rıza Sarraf'ın Zafer Çağlayan'a 34 milyon Euro rüşvet verdiği anlaşılmıştır'

'Rıza Sarraf'ın Zafer Çağlayan'a 34 milyon Euro rüşvet verdiği anlaşılmıştır'

Eski Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı, Rıza Sarraf ile Zafer Çağlayan arasındaki excel tabloları ile hesaplandığını ve rüşvetin sistemli olduğunu söyledi...

ESKİ Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı, T24'e gönderdiği mektupta, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarına verilen takipsizlik kararında, suç örgütünün aslında suç örgütü olmadığını iddia edebilmek için çaresizlik içinde 10 yıl önce yürürlükten kaldırılan bir kanuna atıfta bulunmak zorunda kalındığını söyledi.

17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarını yürütürken önce görevden alınan daha sonra da 1 Eylül’de darbe suçlamasıyla tutuklanarak cezaevine gönderilen eski Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasına savcı Ekrem Aydıner tarafından verilen takipsizlik kararını T24’e gönderdiği mektupta değerlendirdi.

Saygılı, takipsizliğe itiraz gerekçelerini sıraladığı mektupta şu muhalefetleri düştü:

“Savcı kararında; Sarraf grubunun bir suç örgütü olmadığını, suç örgütünden bahsedilebilmesi için örgütün 4422 sayılı çıkar amaçlı suç örgütleriyle mücadele kanununda bahsedilen baskı, cebir ve şiddet unsurlarını da kullanması gerektiğinden bahsetmiştir.

İTİRAZ: Savcının Sarraf grubunu suç örgütü iddiasından temizlemek için atıfta bulunduğu 4422 sayılı yasa 31/03/2005 tarih ve 25772 Mük. S.R. de yayımlanan 23/03/2005 tarih ve 5320 sayılı kanunun 18. maddesi ile 1 Haziran 2005 tarihi itibariyle yürürlükten kaldırılmıştır.

Bu kanun yerine örgüt suçu 2004 yılında düzenlenen yeni Türk Ceza Kanununda detaylı olarak anlatılmış, örgüt suçundan bahsedilebilmesi için cebir ve şiddet unsurları bir şart olarak sayılmamıştır.

Savcı polis fezlekesinde lideri, yöneticileri, üyeleri, talimatlarla yürütülen işleyiş yapısı, sistematiği, araçları, yöntemleri, işledikleri suçları eksiksiz ve kusursuz olarak anlatılan suç örgütünün aslında örgüt olmadığını iddia edebilmek için çaresizlik içinde 10 yıl önce yürürlükten kaldırılan bir kanuna atıfta bulunmak zorunda kalmıştır.”

Saygılı “Savcı Ekrem AYDINER, bu dosyanın şüphelilerinden 14 kişiyi tutuklama talebiyle mahkemeye sevk ederken 'bu dosyadan kim tutuklanırsa tutuklansın, midem bulandı vallaha' ifadesini kullanmıştır. Savcının mide bulantısı nasıl geçmiş, bu dosyayı nasıl hazmetmiştir? Üstelik bu dosyada tutuklanan 14 şüpheli için tutukluluk itirazı ve aylık tutukluluk kontrollerinde de 3 kez tutuklama tedbirinin devam etmesi yönünde mütalaa vermiştir” dedi.

Saygılı’nın gönderdiği 25 sayfalık mektupta, "17 Aralık Rıza Sarraf Grubu Dosyasına Verilen Takipsizlik Kararı Üzerinde Yapılan İncemeler" başlıklı mektupta, "Savcı kararında; soruşturmaya başlarken kullanılan isimsiz imzasız ihbarlar gibi benzer soruşturmaların da bulunduğundan bahsetmiştir. İTİRAZ: Savcı sanki soruşturmaya başlanırken polisin elinde sadece isimsiz ve imzasız bir ihbarın olduğu izlenimi vermek istemiştir” dedi.

Saygılı, ihbar iddiaları ile ilgili savcı görüşüne dair tespitlerine şöyle devam etti:

"Hukuk terminolojisinde 'hukuka aykırı ihbar' diye bir şey yoktur, hukuka aykırı delil vardır. İkincisi; Polis fezlekesinde ihbarlardan delil olarak bahsedilmemiştir. İhbarlar bir delil değil, şüphe kaynağıdır.

İhbarlar kolluğun yapacağı ilk inceleme ve araştırmalara sadece kaynaklık teşkil eder. Kolluğun yaptığı ilk araştırma neticesine göre ya ihbarın asılsız olduğu anlaşılır ya da bir şüphe ortaya çıkar. Şüphenin derecesine göre de kolluk adli amirlerinin talimatları doğrultusunda ölçülülük ilkesine göre kimlik sorma, tutma, arama, yakalama, gözaltına alma, telefon dinleme vb. bir koruma tedbirine başvurur. Bu tedbirlere başvurulması sürecinde ve neticesinde elde edilen unsurlar delil olarak nitelendirilebilir.

17 Aralık soruşturmasında da polise ilk intikal eden ihbarlarda iddia edilenlerin çok daha üstünde ve ötesinde yüzlerce delil tespit edilmiştir.”

Saygılı ayrıca 17 Aralık’a verilen takipsizlik kararında, "Savcı kararının 39. Maddesinde 'suçun işlenmesinin önlenmemiş olması dikkat çekicidir' ifadesini kullanarak, para teslimi aşamalarında polisin tespit çalışması yapmak yerine yakalama yapması gerektiğini iddia etmiştir." gerekçesinin gösterildiğini hatırlatarak, buna itirazını da şöyle dile getirdi:

"Dördüncüsü; bu konunun en trajikomik boyutudur:

Savcı suçun neden önlenmediğini tartışmaya açarken, dosyada suç olmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı vermiştir. Hem suç yok diye takipsizlik kararı verilirken hem de suçun neden önlenmediğinin irdelenmesi ne kadar komik bir çelişkidir."

İşte Saygılı’nın gönderdiği mektubun tam metni:

"17 ARALIK RIZA SARRAF GRUBU DOSYASINA VERİLEN TAKİPSİZLİK KARARI ÜZERİNDE YAPILAN İNCELEMELER…

1. Savcı; KYO (Kovuşturmaya yer olmadığı) kararında; İran’a uygulanan uluslararası ambargo ve BM Güvenlik Konseyi, ABD ve AB nezdindeki uluslararası kuruluşların İran hakkındaki kararlarından bahsederek İran’ın Türkiye’ ye sattığı doğalgaz ve petrol ödemesini İran’a altın veya başka bir ürün ticareti ile ödememizin suç olmadığı, bunun bir devlet politikası olduğu ve adli soruşturma kapsamında bu hususun tartışılmayacağından uzun uzadıya bahsetmiştir. Üstelik bundan bahsederken polis fezlekesinde bu hususun sanki suçmuş gibi nitelendirildiği ve devlet politikalarının tartışıldığı havasını oluşturmuştur.

İTİRAZ: Polis fezlekesinde İran’dan aldığımız doğalgaz ve petrol nedeniyle İran’a olan borcumuzun altın ticareti veya başka bir ihracatla ödenmesinin bir suç olduğu iddia edilmemiş, bu husustaki devlet politikası tartışılmamış, bu hususların suç olarak nitelendirilmediği ve bu politikaların hiçbir şekilde tartışma konusu edilmeyeceği de zaten polis fezlekesinde üzerine bastıra bastıra vurgulanmıştır.

Savcı hem polisin suç olduğunu iddia ettiği bir konuyu, kendisi suç olarak görmediği ve devlet politikasına saygı duyulması gerektiği gibi bir anlatım tarzıyla polisi zan altında bırakmıştır.

Bir de üzerine; polis fezlekesinde vurgulanan bu hususu kendine malederek adeta polisten rol çalmıştır.

Oysa polis fezlekesinde de bu olayın suç olarak nitelendirilmeyeceği ve devlet politikalarının tartışılmayacağı vurgulanmıştır.

İran’a uygulanan ambargo süreçleri ve bu süreçler nedeniyle Rıza SARRAF’ın kurduğu sistem üzerinde sebep sonuç ilişkisi üzerinde durulmuş, böyle bir sistemin varlığının gerekliliği veya gereksizliği, doğruluğu veya yanlışlığı üzerinde durulmadan sadece bu sistem işleyişi sırasında işlenen kaçakçılık, hayali ihracat, sahtecilik ve rüşvet suçları fezlekeye konu edilmiştir.

2. Savcı kararında Rıza Sarraf’ın para transfer sistemi kapsamında transit ticaret ve ihracat işlemleri gerçekleştirdiğinden bahsetmiş, buna da örnek olarak ülkemiz üzerinden DUBAİ’den İRAN’a buğday ihracatını örnek vermiştir.

İTİRAZ: Polis fezlekesinde bu transit ticareti ve ihracat işlemlerinin reel bir ihracat işlemi olmadığı, ortada giden gelen bir ticari ürün olmadığı, bu işlemlerin tamamının sahte belgelerle yapıldığı ve hayali ihracat olduğu net delillerle ortaya konmuştur.

Öyle ki şüpheliler 5 bin tonluk gemi ile 150 bin ton ürün taşıdıklarına ilişkin bir belgeyi Halk Bank'a sunmuşlardır.

Yine şüpheliler DUBAİ'den İRAN'a ülkemiz üzerinden buğday ticareti yaptıklarına ilişkin bir belgeyi de Halk Bank'a sunmuşlardır.

(Dubai’de iklim ve toprak şartları nedeniyle buğday yetişmez. Buğdayı ABD, Kanada ve Rusya’dan ithal edildiği bilinmektedir.)

Suç örgütü lideri Rıza SARRAF’ı Banka Genel Müdürü Süleyman Aslan böyle basit mantık hatalarını bir daha yapmamaları hususunda uyarmıştır.

Şimdi burada sorulması gereken soru şudur:

Bir kamu görevlisi olan Süleyman ASLAN böyle bir sahteciliğe vakıf olunca neden yasal takibat için gerekli işlemi yaptırmaz da SARRAF’ı uyarmayı tercih eder?

CEVAP, Ayakkabı kutularında istiflidir.

Ayrıca bu konuda savcının ihmal ettiği husus; Halkbank’tan temin edilen 6 koli sahte belgelerinin ve teknik takip sürecinde sahte olarak düzenlendiği anlaşılan Dubai Gümrük belgelerinin ve konşimentolarının gerçek olup olmadığını Dubai makamlarından sormaktı. Savcının bu incelemeyi yapmaması, acaba alacağı cevabı bildiği için midir?

3. Savcı kararında SARRAF’ı Muammer GÜLER’le, Zafer ÇAĞLAYAN’ın tanıştırdığından bahsetmiştir. Bundan bahsederken bakanların birbirlerine işadamlarını tanıştırmasının medeni ve sosyal ilişkiler çerçevesinde makul bir durum olduğu gibi makul bir izah getirmeye çalışmıştır.

İTİRAZ: Sarraf'ı Muammer GÜLER’ le Zafer ÇAĞLAYAN değil, İstanbul’da Berber Yaşar isimli bir şahıs tanıştırmıştır. Bu durum da polis fezlekesinde detaylı olarak vurgulanmıştır. Sarraf için Güler’den randevuyu da Berber Yaşar almış, randevu sonrası Sarraf ve Yaşar telefonla görüşerek randevunun nasıl geçtiği ve neler konuştukları üzerinde değerlendirmeler yapmışlardır. Sarraf ile Güler’in ilk görüşmesinde Sarraf Güler’den yakınlarının istisnai yoldan Türk vatandaşlığına kabul edilmesini, ayrıca Çin bağlantılı ticaret işlerinde sıkıntı yaşadığı Çin bankalarına bakanlık olarak referans mektubu yazılması konularını rica etmiş, Güler’in ise bu işe karşılık olarak ihtiyacının olduğunu belirterek Sarraf’ın kendisine ödemeyi düşündüğü 1 milyon doları 1.5 milyon dolara yükseltmesini rica ettiğinden bahsetmiştir. Bu konu Sarraf ile Güler arasındaki rüşvet anlaşmasının bariz delillerinden sadece bir tanesidir.

Bu tanışıklığa vesile olan kişinin kim olduğunun ne önemi var ki sorusunun cevabı; bu şahsın siyaset, bürokrasi ve işadamları arasındaki önemli rolleri ve faaliyetlerinde gizlidir.

(BERBER YAŞAR; hangi iş için kime gidileceği, kimden ne istenebileceği ve karşılığında neyin nasıl verileceğini bilen ve çevresini buna göre yönlendiren bir adamdır.)

4. Savcı kararında; Muammer GÜLER’in akrabası olan Rüçhan BAYAR’ın Güler’e olan borcu nedeniyle Güler’e 5.985.000 dolar ödemenin Rüçhan Bayar ile beraber çalışan SARRAF tarafından yapıldığından bahsetmiş, bunu sadece 3 satırda ifade etmiştir.

İTİRAZ: Polis fezlekesinde Muammer GÜLER’in akrabası olan ve çok önceki tarihlerde Güler’den aldığı borcu ödememesi nedeniyle konuşmadıkları Rüçhan Bayar isimli şahsın borcunun olduğundan ve bu borca karşılık olarak da Sarraf'ın GÜLER’e 200.000 dolar ödeme yapıldığından bahsedilmiş, bu ödemenin Sarraf’ın rüşvet bilançosunu tutan Abdullah Happani tarafından 200.000 dolar olarak dijital ve el notları şeklinde kayıtlara alındığına dair açık delillerin elde edildiğinden bahsedilmiştir. Rüçhan’ın GÜLER’e borcu 5.985.000 dolar değil 200.000 dolardır ve Rüçhan Bayar poliste alınan ifadesinde de bu borç miktarının 200.000 dolar olduğunu beyan etmiştir. Savcı kararında; Sanki Rüçhan Bayar’ın Muammer Güler’den 5.985.000 dolar alacağı varmış gibi bir anlatımda bulunarak Güler’e yapılan rüşvet ödemelerini ustalıkla perdeleyerek geçiştirmeye gayret etmiştir.

Bu noktada Meclis'teki soruşturma komisyonuna önemli bir görev düşmüştür; Yıllarca kamu bürokrasisi ve siyaset içinde yer alan Güler’in mal beyanları kontrol edilmeli ve Rüçhan Bayar isimli akrabasından ne kadar alacağı olduğu mal beyanları nazara alınarak incelenmeli, bu yalan bu şekilde kolayca çürütülmelidir.

5. Savcı kararında; “Muammer Güler’in paranın kabulüne muvafakat gösterdiği” şeklinde bir ifadeyle sanki Muammer Güler’in para isteyen taraf değil de, kendisine birinin zorla para vermek istediği ve kendisinin de bu duruma muvafakat göstermek zorunda kaldığı gibi bir durumun olduğunu anlamamızı sağlamaya çalışmıştır.

İTİRAZ: Muammer Güler paranın kabulüne muvafakat göstermenin çok ötesinde hem iş karşılığı ne kadar alacağıyla ilgili para isteyen, hem de para teslimi aşamalarını oğlu üzerinden takip eden bir durumdadır ve bu duruma delalet eden yüzlerce delil bulunmaktadır. Yukarıda 3. Maddede belirtilen Berber Yaşar-Sarraf görüşmesi bunlardan sadece bir tanesidir.

(Berber Yaşar/Sarraf görüşmesi: Onu 1 değil 1.5 yap ihtiyacım var, rica ederim dedi”)

Ayrıca oğlu Barış Güler üzerinden para teslimi aşamalarını takip ettiğine dair de bir çok delil 504 sayfalık fezlekede mevcuttur.

6. Savcı kararında; soruşturmaya başlanırken rüşvet, rüşvete aracılık ve fuhşa aracılık suçlarından bahsedildiğini belirtmiştir.

İTİRAZ: Soruşturmaya suç işlemek için örgüt kurmak ve bu örgütün faaliyetleri kapsamında suç gelirlerinin aklanması, kaçakçılık ve sahtecilik suçları ile başlanmıştır.

Soruşturmaya başlarken ortada rüşvet ve aracılık suçları yoktur. Bu suçlar sonraki aşamalarda tespit edilince ayrıca bu suçlar da soruşturmaya dahil edilmiştir.

Bu durumu ifade etmek neden önemlidir?

Savcı böyle bir anlatımla sanki soruşturmaya bakanları takip etme gibi bir amaçla başlandığı havası vermek istemiş olabilir. Oysa bakanlar ve çocukları soruşturmaya başlandıktan çok sonra ortaya çıkmışladır. Soruşturmaya Eylül 2012 tarihinde başlanmış, Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, Haziran 2013, Zafer Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Ağustos 2013'te telefonları dinlenmeye başlanmıştır.

7. Savcı kararında soruşturma başlamasına dayanak olarak somut bir olay olmadığından bahsetmiştir.

İTİRAZ: 18 Temmuz 2012 tarihinde İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne; Rıza Sarraf ve Abdullah Happani liderliğindeki bazı şahısların Durak Döviz’de kuyumculuk adı altında karapara akladıkları, uyuşturucu ve kaçakçıların paralarını transfer ettikleri yönünde kapsamlı bir faks ihbarı gelmiş ve ihbarda Rıza Sarraf ile birlikte çalışan elemanları ve kuryelerin isimleri ile birlikte sayıldığı görülmüştür.

İhbarda geçen şahıs ve konular ile ilgili İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü arşiv kayıtları incelendiğinde önceki yıllarda da benzer ihbarların ve Masak’tan inceleme raporlarının geldiği görülmüştür.

2010 Yılına ait bir ihbarda, İranlı Rıza Sarraf’ın babası ile birlikte İstanbul Kapalıçarşıdaki Durak Döviz ‘de çalıştırdıkları elemanları kullanarak kayıt dışı para girişi yaptıklarının belirtildiği anlaşılmıştır.

2012 tarihli ihbarda adı geçen ve Rıza Sarraf’ın elemanlarından olduğu belirtilen Abdurrahman İşcen isimli şahıs hakkında 2008 tarihli Masak inceleme raporunun bulunduğu görülmüştür. Rapora göre şahsın mali gücünün çok üstünde ve son derece şüphe arz eden para transferlerinin tespit edildiği belirtilmiştir. Ayrıca bu Masak raporunun sonuç bölümünde “kişilerin faaliyetlerinin gerçek mahiyetinin ortaya konmasının ve hukuki açıdan nihai değerlendirmede bulunmaya yetecek somut bilgi ve belgelerin ancak ilgili şüpheli işlemleri gerçekleştiren şahısların polisiye takiple Türkiye çapındaki faaliyetlerinin izlenmesi yoluyla temin temin edilebileceği” değerlendirmesi bulunmaktadır.

Masak’tan KOM Daire Başkanlığı’na, Kom Daire Başkanlığı’ndan da İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne gönderilen “Happani grubu değerlendirme raporu” başlıklı 03.06.2011 tarihli raporda ise; 2007 yılında Kapıkule Hudut Kapısından yurtdışına çıkış yapmak isteyen bir tır aracında 202 kg eroin ele geçirilmiş, konu ile ilgili Edirne Kom Şube Müdürlüğü’nce gerçekleştirilen teknik takipte, değişik kişiler arasında kaynağı belli olmayan yüksek miktarda paranın uluslararası transferlerinin yapıldığı, bu transferlere aracılık yapan kişiler arasında Durak Döviz isimli işyeri ve Abdullah Happani isimli çalışanının da bulunduğu belirtilmiştir.

Diğer yandan 21.12.2010 tarihinde Moskova Havalimanı’ndaki gümrük görevlilerinin kontrolleri esnasında İstanbul’dan Moskova’ya giden üçü Azeri, biri İranlı toplam 4 şahsın bavul ve sırt çantalarında 14.5 milyon dolar ve 4 milyon Euro ele geçirildiği, şahıslar hakkında Rusya Ceza Kanununun 188.maddesine göre Kaçakçılık suçundan işlem yapıldığı belirtilmiştir.

15.04.2011 Tarihli ulusal basında ise, “150 milyon doları bavulla kaçırdılar” başlığı altında Rusya Federal Gümrük Servisince tespit edilen 14 kurye ile 40 milyon dolar ve 10 milyon Euro’nun 37 seferde valizlerle Rusya’ya taşındığı, kuryeler arasında şarkıcı Ebru Gündeş’in eşi Rıza Sarraf’ın şoförünün de bulunduğu belirtilmiştir.

Tüm bu bilgiler ışığında Masak ve Kom Daire Başkanlığınca yapılan analiz ve arşiv çalışmaları (kimlik, adres, yasadışı faaliyetler, vergi mükellefiyet, malvarlığı ve yurt dışına giriş çıkış bilgileri vs.) İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne rapor halinde gönderilmiştir.

Bu raporun sonuç bölümünde; MASAK’ın aldığı istihbaratlar doğrultusunda; Royal Holding A.Ş.’nin alt firmaları olan Durak Döviz A.Ş., Tural Ltd. Şti. ve Pırlanta Ltd. Şti.’nin İran ve Dubai’ye külçe altın ihracatı ve İran’da Atasay Kuyumculuk ile ortak hurda altından külçe altın imalatı yapıyor, ihraç bedelleri ile bankalardan ve Rona Döviz A.Ş.’den yine külçe altın alıyor olabilecekleri, bu kapsamda İran bağlantılı ticari işlemler kaynaklı paraların giriş çıkışına aracılık ediyor olabilecekleri,

Yurtdışında kazanılan ancak legal/illegal kaynağı bilinmeyen paraların Rusya’ya ulaştırılması için Dubai’den ülkemize sokuluyor olabileceği,

Bu kişilerce ya da üçüncü kişilerce işlenmiş suçlardan (herhangi bir tespit bulunmamaktadır) elde edilen gelirin izini kaybettirmek için ülke dışına çıkartılıyor, bu kapsamda Türk Ceza Kanunu’nun 282. Maddesinde düzenlenen “Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama” suçunun işleniyor olabileceği,

Bu paraların Türkiye’de veya başka bir ülkede kayıt dışı ticaret kapsamında kazanılmış olabileceği ve bu şekilde vergi incelemesine tabi tutulmaması amacıyla ülkemizden çıkartılıyor olabileceği değerlendirilmiştir.” şeklinde belirtilmiştir.

Tüm bu ihbarlar, Masak Raporları ve basında çıkan haberlerden elde edilen bilgilerin birlikte değerlendirilmesi neticesinde, Mali Şube tarafından derlenen rapor 13.09.2012 tarihinde gereği için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir. Böylece İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/120653 sayılı soruşturması başlamıştır.

8. Savcı kararında; somut olaya dayanmayan ihbarlar ve iddialar ile telefon dinleme tedbirinin uygulanamayacağından bahsederek soruşturmada telefon dinlenmesine başvurulmasını gerektirecek seviyede kuvvetli şüphe bulunmadığından bahsetmiştir.

İTİRAZ: Hem soruşturmanın hem de telefon dinlenilmesi tedbirlerinin hangi olaylara ve şüphelere dayandığına ilişkin 7. Maddede yeterince açıklama yapılmıştır.

Üstelik bu hususu irdelerken savcı kendisini savcı değil, Yargıtay Tetkik Hakimi olarak görmüştür. Çünkü bu tedbirlere başvurulmasına polis değil hakim karar vermiştir. Savcı ilk aşamada soruşturmaya başlamak için yukarıda açıkça anlatıldığı üzere somut olay ve iddialar varken somut olay olmadığını iddia etmiştir.

Sonrasında mahkemenin verdiği ilk dinleme ve izleme kararlarının ilk dayanağını boşa düşürme ve bundan sonraki aşamada da elde edilen ilk delillerin üzerine bina edilen diğer delilleri de temelsiz kılma amacını gütmüş, tüm anlatımlarını bu amaç etrafında örgütlemiştir.

9. Savcı kararında soruşturma kapsamında telefon dinlenmesi tedbirine ancak başka şekilde bir delil elde etme imkanının bulunmadığı durumlarda başvurulabileceğinden bahsederek, kolluğun başka şekilde bir delil etme imkanı varken bunu kullanmayıp, doğrudan telefon dinleme tedbirine başvurduğunu iddia etmiştir.

İTİRAZ: Oysa telefon dinleme tedbirinin de yer aldığı polisiye yöntemlerle takip yapılması önerisi MASAK raporunda öneri olarak yer almıştır. Başka türlü delil etme imkanı olsa; tapu ve gayrimenkul kayıtları, para havaleleri, banka hesap kayıtları, vergi ve şirket kayıtları vb. gibi polisten çok daha geniş bir bilgi havuzunun bulunduğu veri tabanlarına sahip olan MASAK polise neden böyle bir öneride bulunsun?

Eğer başka türlü delil etme imkanı vardı ise, dosya tüm açıklığıyla 10 aydır önünde olan savcının kendisi neden ne tür delil toplanabileceği konusunda alternatif bir fikir ve yöntem belirtememiş, ya da kendisi delil toplamamıştır?

10.Savcı kararında; polise bu grup hakkında yapılan ihbar metinlerinde şüphelilere ait detaylı telefon numaraları bilgilerinin bulunduğundan bahsederek, bu denli detaylı bilgilere adli takibattan önce yapılan istihbari dinlemelerde rastlanıldığı ve ihbarın da bu bilgiler üzerinden yapıldığı şüphesinin bulunduğunu belirtmiştir.

İTİRAZ: Savcının bu grup hakkında istihbari dinleme yapıldığı yolunda bir değerlendirmesi varsa, bunu araştıracak yetkiye sahiptir ve bu durumu araştırıp kolaylıkla doğru bilgiye ulaşabilir.

Savcının bu noktada yapması gereken iş, insanların algısını yanıltmak için böyle bir şüphenin varlığını ortaya atıp zihinleri bulandırmak değil; hangi numaraların, ne zaman, hangi gerekçe ile adli veya istihbari amaçlı dinlendiğine ilişkin kayıtların tutulduğu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığına bu grup hakkında bir istihbari dinleme yapılıp yapılmadığını sormak olmalıydı.

Adli kolluk görevini yerine getiren, tüm dinlemeleri mahkeme kararlarına göre yapan ve dosyadaki tüm delilleri adli çalışmalarla elde eden adli kolluk birimi olan Mali Şubeyi bu grup hakkında istihbari dinleme yapılıp yapılmadığı hiçbir şekilde ilgilendirmemektedir. Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü adli bir kolluk birimidir. Önleme dinlemesi yetkisi de imkanı da yoktur.

11.Savcı kararında; soruşturmaya istihbari dinlemelerden elde edilen bilgiler üzerine başlandığı gibi peşin ve yanlış bir önyargıyla hüküm verdikten sonra, bu defa da istihbari dinlemelerden elde edilen delillerin, hukuka aykırı olduğundan bahsetmiştir.

İTİRAZ: 10. Maddede anlatıldığı üzere; soruşturmaya istihbari dinleme ile başlanmamıştır.

Kaldı ki istihbari dinlemelerde elde edilen deliller hukuka aykırı değildir, sadece bu deliller adli soruşturmalarda kullanılamazlar ve başka unsurlarla desteklenmedikçe tek başına delil olarak nitelendirilemezler.

Bunun yanı sıra dosyada mevcut bulunan yüzlerce adli delilden hukuka aykırı olarak elde edilen bir tane bile delil yoktur.

12.Savcı kararında; soruşturmaya başlarken kullanılan isimsiz imzasız ihbarlar gibi benzer soruşturmaların da bulunduğundan bahsetmiştir.

İTİRAZ: Savcı sanki soruşturmaya başlanırken polisin elinde sadece isimsiz ve imzasız bir ihbarın olduğu izlenimi vermek istemiştir.

Oysa ki soruşturmaya başlarken birden fazla ihbar, bu ihbarların doğruluğunu araştırmak üzere arşiv kayıtlarından yapılan analiz çalışmaları ve polisten ayrı bir kurum olan Masak raporu mevcuttur.

Savcının bu hususları görmezden gelmesi; kamuoyunda isimsiz ve imzasız ihbar mektupları nedeniyle özellikle ismen açıkça zikretmese bile Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları sürecinde yaşanan mağduriyetleri ima ederek bu kesimlerin de bu karara destek vermesini beklemesi gibi şüpheleri akıllara getirmiştir.

13. Savcı kararında; ihbarın hukuka aykırı olduğu ve delil olmadığından bahsetmiştir.

İTİRAZ: Birincisi; hukuk terminolojisinde hukuka aykırı ihbar diye bir şey yoktur, hukuka aykırı delil vardır.

İkincisi; Polis fezlekesinde ihbarlardan delil olarak bahsedilmemiştir. İhbarlar bir delil değil, şüphe kaynağıdır.

İhbarlar kolluğun yapacağı ilk inceleme ve araştırmalara sadece kaynaklık teşkil eder. Kolluğun yaptığı ilk araştırma neticesine göre ya ihbarın asılsız olduğu anlaşılır ya da bir şüphe ortaya çıkar. Şüphenin derecesine göre de kolluk adli amirlerinin talimatları doğrultusunda ölçülülük ilkesine göre kimlik sorma, tutma, arama, yakalama, gözaltına alma, telefon dinleme vb. bir koruma tedbirine başvurur. Bu tedbirlere başvurulması sürecinde ve neticesinde elde edilen unsurlar delil olarak nitelendirilebilir.

17 Aralık soruşturmasında da polise ilk intikal eden ihbarlarda iddia edilenlerin çok daha üstünde ve ötesinde yüzlerce delil tespit edilmiştir.

14. Savcı kararında; polise 18 Temmuz 2012 de ihbar intikal ettiğini, polisin ise soruşturmaya 13 Eylül 2012 de başladığından bahsederek arada geçen yaklaşık iki aylık süreçte polisin ne işlem yaptığının belirsiz olduğundan bahsetmiştir.

İTİRAZ: Birincisi; bu arada kalan süre içinde kamu zararı olduğu iddiasıyla karşılaşabiliriz. Kişi mağduriyeti gibi bir durum söz konusu değilken ne gibi bir işlem yapıldığının kimse açısından hukuki bir değeri bulunmamakla beraber, bu süre içinde dosya üzerinde inceleme ve analizlerin devam ettiği, savcılıktan talep edilecek izinler için gerekli hazırlıkların yapıldığı anlaşılmalıdır.

İkincisi; Bu dönemin 30 günlük süresi adli tatildir ve savcılar adli tatilde kapsamlı dosyalara başlamak için adli tatilin bitmesinin beklenmesini kolluktan istemektedir.

Üçüncüsü; Bu dönem polis teşkilatı için de hem senelik izinlerin kullanıldığı hem de atamaların olduğu, dolayısıyla sayı olarak personel sıkıntısının yaşandığı bir dönemdir.

Ayrıca İstanbul Mali Şube gibi iş yoğunluğunun çok fazla olduğu bir birimin tek soruşturması Sarraf grubu değildir, takibi gereken yüzlerce başka soruşturmaların olması kaçınılmaz bir gerçektir.

Bu noktada böyle basit bir ayrıntıya anlamsızca takılarak bu husustan bile şüphe ve şaibe üretmeye çalışan Savcı Ekrem AYDINER’ e önemli bir soru sorulmalıdır.

17 Aralık dosyası 10 aydır önünüzdeyken 12 Ekim 2014 tarihli HSYK seçim günü ile 17 Ekim 2014 tarihinde takipsizlik kararının açıklandığı gün arasında biz de sizin ne yaptığınızı anlayamadık. Siz de bu arada kalan 5 günlük süreçte HSYK seçiminin sonucunu görüp ona göre kararı açıklamayı ya da ötelemeyi düşünmüş olmayasınız?

Çünkü bu 10 aylık süreçte dosyadaki makul izahatları ve çok açık yüzlerce delili çürütmek için çözümler aramak ve vehimleriniz için ilgisiz argümanlar üretmekten başka dosyaya tek bir ilave delil eklemediğiniz verdiğiniz karardan açıkça anlaşılmaktadır.

15. Savcı kararında Masak raporunda isimleri geçen kişiler arasında dosya şüphelilerinin bulunmadığını, bu nedenle polisin telefon dinleme talebinde bu isimlerin olmasının hukuka uygun olmadığından bahsetmiştir.

İTİRAZ: Masak raporunda dinlenme talebinde bulunulan kişilerin bazılarının isimleri bazılarının da ortağı olduğu şirketlerin isimleri vardır. (Abdurrahman İşçen, Mehmet Happani)

Polis sadece Masak raporuna da bağlı kalmaksızın hem şirket kayıtları hem de geniş çaplı analizler ve intikal eden ihbarlar üzerinden başka isimlere de ulaşarak, bilgileri tek kaynağa bağlı olarak değil başka kaynaklarla doğrulatarak objektif ve önyargısız bir çalışma ile doğru olanı yapmıştır.

Bu noktada acaba bir ihbar alan polisten hiç araştırma yapmamasının mı tavsiye edildiği anlaşılamamıştır.

16.Savcı kararında uzun uzadıya isimsiz ihbarlar şeklinde vurgular yaparak ihbar müessesesi üzerinde şaibe oluşturulmaya çalışılmıştır.

İTİRAZ: Soruşturmaya hangi bilgiler üzerine başlandığından 7. Maddede yeterince yer verilmiştir.

Bunun yanı sıra savcının ihbarlar üzerinde oluşturmaya çalıştığı bu şaibe; devletimizin bu alanda uyguladığı ekonomik ve güvenlik politikaları ile ters düşmektedir.

Zira; polis teşkilatı suç ve suçlulukla mücadelede halkla ilişkiler kapsamında gereken desteği halktan sağlama adına çok masraflı yatırımlar yapmıştır.

Vatandaşlarımızın her türlü konuda 155 polis hattını araması istisnasız tüm emniyet müdürleri tarafından bütün illerimizde özendirilmiştir.

Merkez ve bütün il teşkilatlarına posta ve e-posta yoluyla ihbarın yapılabilmesi için çok masraflı bilişim altyapıları oluşturulmuştur.

Toplum destekli polis birimleri kurulmuştur.

Tanıklardan istifade edebilmek ve tanıkların güvenliğini sağlayabilmek için Tanık Koruma Birimleri kurulmuştur.

Bütün bunlar suçla mücadelede halkın desteğini alabilmek için dünya kadar masraf edilerek kurulmuş, etkin bir şekilde kullanılması için de yine masraflar yapılarak reklamlar yapılmıştır.

Bu durum sadece güvenlik politikalarında değil, vergi politikalarında da aynı şekilde olup, vergi kaçakçılığı yapanları ihbar etmek, ihbarcılara para ödülü verilmesi gibi motivasyonlarla özendirilmiştir.

Durum böyleyken suçlulardan çekinerek isimlerini gizleyen vatandaşlarımızın yaptığı ihbarları sırf Sarraf grubuna takipsizlik kararı vermek için şaibeli bir hale getirmek, devletimizin bu alanda yaptığı bunca yatırıma ne ölçüde uygundur? Bunun tartışmasını Sarraf’ ın akıbetini değil, kamu yararını düşünen sağduyulu hukukçulara bırakmak gerekir.

17. Savcı kararında; polise intikal eden 1 Ağustos 2013 tarihli ihbarın gönderildiği internet ağı IP numarası üzerinden başka zamanlarda polise 12 ihbarın daha gönderildiğinden bahsederek , ihbarın şaibeli olduğundan bahsetmiştir.

İTİRAZ: Savcının ihbarlar üzerinde bu kadar uzun durmasının sebebi soruşturmayı temelden çökertmek amacında olmasıdır. Savcı bunca delilin toplandığı dosyada delillere değil, ihbarlara kafayı bu yüzden bu kadar çok takmıştır.

Savcı bu noktada 12 ihbardan bahsederek ihbarı çok sık ihbar gönderen bu IP üzerinden polisin yaptığı konusunda şüpheler ortaya atmıştır.

Savcı görev ve yetkisi gereği, bu 12 ihbarın hangi konularda hangi birimlere yapıldığını ve asılsız çıkıp çıkmadığını da basit bir araştırmayla ortaya çıkartabilecek konumdadır. Savcının böyle bir araştırma yapıp yapmadığı karar metinlerinde yazılı olmayıp, yapmışsa bile sonucunu karar metninde yazmamayı tercih etmiştir. Bu tercihinin sebebinin de ihbar hakkında şüphe uyandırarak algıları yanıltmak olduğu akıllara gelmektedir.

18. Savcı kararında; polise gönderilen ihbarları kimin yaptığını polisin araştırmadığından bahsetmiştir.

İTİRAZ: Polise intikal eden ihbarları kimin yaptığını polisin araştırması öncelikli bir görev değildir. İhbar konularının düzenlendiği hiçbir mevzuatta ihbarcının araştırılması gibi bir zorunluluk yoktur. Polis ve adli amirleri, gerek duyarsa ihbarcıyı tespit etmek için bir araştırma yapılabilir.

Bunun yanı sıra vatandaşlarımız yaptıkları ihbarın suçlular tarafından öğrenilmesinden haklı olarak çekinerek isimlerini bildirmekten kaçınmakta ve uygulamada da bu durum kolluk birimleri tarafından anlayışla karşılanmaktadır.

İsimsiz ihbarlarla da masum insanların zarar görmemesi için gerekli hassasiyet gösterilmektedir.

19.Savcı kararında; şüpheliler için yapılan ihbarlar değerlendirilirken de 4483 sayılı memurların yargılanması hakkındaki kanundaki ihbarların değerlendirilmesi hakkındaki hükümlerin geçerli olduğunu belirtmiştir.

İTİRAZ: İlgili kanundaki hükümler sadece memurlar hakkında geçerlidir. Hem 3071 sayılı dilekçe kanununda, hem de polis teşkilatında bu konu üzerinde değişik tarihlerde yayınlanan yönergelerde ihbarların isimsiz ve imzasız olması durumunda somut verilere dayanır ise işleme alınma zorunluluğu olduğu şeklinde düzenlemeler mevcuttur.

Savcının kararında uzun uzadıya durduğu bu konu ile ilgili polis teşkilatında yayınlanan yönergeleri araştırıp araştırmadığı karar metinlerinde yazılı olmayıp, araştırmışsa bile neticesini kararına yazmamayı tercih etmiştir. Bu tercihinin sebebinin de ihbar hakkında şüphe uyandırarak algıları yanıltmak olduğu akıllara gelmektedir.

20. Savcı kararında; şüphelilerin kullandığı maillerin içeriğinin polis tarafından ele geçirilerek incelenmesinin hukuksuz olarak yapıldığı ve bu şekilde bir delil elde etme yönteminin hukuka aykırı olduğunu, mail şifresinin polis tarafından nasıl tespit edildiğinin belli olmadığını, bu durumda polisin hackerler gibi maile ulaşmış olabileceği hatta içeriğini bile polisin eklemiş olabileceği konusunda şüphelerin bulunduğundan bahsetmiştir.

İTİRAZ: Savcı polisin dinleme neticesi elde ettiği delillerle ilgili kendince yorumlar yaparak bu alandaki delilleri çürütmek için çaba sarf ettikten sonra bu defa da mail üzerinden elde edilen delilleri çürütmek için yeni bir gayrete girmiştir. Zira şüphelilerle ilgili rüşvet delilleri sadece telefon dinlemesinden ibaret değildir.

Şüpheliler rüşvet bilançolarını excel tablolarında düzenlemişlerdir. Bu tablolarda kime, ne zaman, ne iş karşılığında, ne kadar tutarda, hangi para birimi ile, hangi kurye vasıtası ile rüşvet gönderildiği ayrıntılı olarak yer almaktadır.

Şüpheliler bu excel tablolarını hesaplarla ilgili bir tereddüt olduğunda inceleme yapmak üzere birbirlerine e posta ile göndermişlerdir. Bu duruma polis de kayıtsız kalmayarak mahkemeden alınan kararlarla hukuka uygun olarak bu maillere ve içeriklerine ulaşmış, rüşvet tabloları olduğu anlaşılınca savcı talimatı ile delil olarak dosyaya eklemiştir.

Bunun yanı sıra aynı operasyon kapsamında el konulan bilgisayarlar ve yazılı belgelerde de aynı içerikteki deliller tespit edilmiştir. Yani bu excel tabloları sadece mailde değil, aramalar sırasında da tespit edilmiştir. Dijital incelemeler ve bilirkişi raporlarında da bu deliller aynıyla yer almaktadır.

Savcının iddia ettiği gibi bir hackleme veya içerik ekleme konusu sadece algıları yanıltmak için şüphe ortaya atmaktan ibaretir

21. Savcı kararının 39. Maddesinde "suçun işlenmesinin önlenmemiş olması dikkat çekicidir” ifadesini kullanarak, para teslimi aşamalarında polisin tespit çalışması yapmak yerine yakalama yapması gerektiğini iddia etmiştir.

İTİRAZ: Birincisi; uzun süreli projeli çalışmalarında polisin yaptığı işlem savcı talimatı ile delil toplamaktır. Yakalama işleminin ne zaman icra edileceğine ilişkin keyfiyeti takdir etme yetkisi kollukta değil, savcıdadır.

İkincisi; örgütlü suç soruşturmalarında takip edilen hedef şahısların bir vatandaşın can güvenliğini tehdit edecek bir risk veya ertelendiğinde çok vahim bir zarar sözkonusu olmadıkça yakalama işlemi yerine gizli olarak delil toplama çalışmalarına devam etmesi savcılarca tercih edilir.

Üçüncüsü; rüşvet suçundaki tipiklik gereği, rüşvet anlaşması ile kanunda tarif edildiği şekliyle suç tamamlanmış olsa bile tarafların bu anlaşmadan vazgeçebileceği ve bundan da kolluğun haberdar olamayabileceği her zaman mümkün olabilir. Rüşvete konu menfaatin teslim alınmasından sonra yakalama yapılması ise; önleyici polislik görevi değil, adli polislik gereğidir ve bu husustaki keyfiyeti takdir etme yetkisi yine polisin adli amiri konumunda olan savcıdadır. Somut olayımızda da; yakalama yapmak yerine rüşvet anlaşmaları ile tamamlanmış suçun delillerini tespit etmek gibi isabetli bir tercihte bulunularak bütün deliller kayıt altına alınmıştır.

Bu konu için dikkat çekici bir husus şudur; bu konuya Muammer Güler de mecliste yaptığı savunma konuşmasında aynen bu cümlelerle itiraz etmiş, polisin yakalama yapmayarak suçu önlemediğinden bahsetmiştir.

Savcı adeta Muammer Güler’in savunma avukatı edasıyla böyle bir tartışmaya girerek bu defa da polisin mahkeme kararıyla hukuka uygun olarak yaptığı fiziki takiplerle elde ettiği sağlam deliller üzerinde şüphe uyandırmaya çalışmıştır.

Dördüncüsü; bu konunun en trajikomik boyutudur:

Savcı suçun neden önlenmediğini tartışmaya açarken, dosyada suç olmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı vermiştir. Hem suç yok diye takipsizlik kararı verilirken hem de suçun neden önlenmediğinin irdelenmesi ne kadar komik bir çelişkidir.

22. Savcı kararında; 2013 Nisan ayında dosyadaki tüm şüpheliler belirlenmiş iken neden operasyon yapılmadığını tartışmaya açmıştır.

İTİRAZ: Soruşturma kapsamındaki tüm şüpheliler belirtilen dönemde eksiksiz olarak belirlenmediği gibi o tarihe kadar belirlenen şüphelilerin suça katılımlarıyla ilgili delil toplama çalışmalarına devam edilmektedir.

Polis bir soruşturma kapsamında şüphelileri belirler belirlemez hemen yakalama yapmaz. Suça konu fiil ile suçun faili arasındaki nedensellik bağını ortaya koymaya yarayan delilleri toplayarak, yakalama yapma hususunu savcının takdirine bırakır ve bu durumu adli camia bilir.

Bu durumu mesleğinin son döneminde bulunan Savcının da bilmemesi mümkün değildir. Bu hususu tartışmaya açmasının sebebi, polisin Nisan ayından sonra siyasilerin de soruşturmada isimleri geçmeye başlaması üzerine, operasyonu yapmayı kasıtlı olarak geciktirdiği yolunda şüphe uyandırarak algıları yanıltmak olduğu akıllara gelmektedir.

23. Savcı kararında; telefon dinleme ve izleme ile ilgili alınan mahkeme kararlarının usülsüz olduğunu iddia ederek bu şekilde elde edilen delillerin de hukuka aykırı olduğundan bahsetmiştir.

İTİRAZ: Polis savcı aracılığı ile mahkemelerden usülüne uygun dinleme ve izleme taleplerinde bulunmuş, mahkeme kararları da tamamen usüle uygun olarak verilmiştir. Ortada hukuka aykırı hiçbir işlem olmayıp bu iddia, takipsizlik kararına gerekçe bulmak için bahane arayan savcının kendi yorumlarından ibarettir.

24. Savcı kararında; Sarraf grubunun bir suç örgütü olmadığını, suç örgütünden bahsedilebilmesi için örgütün 4422 sayılı çıkar amaçlı suç örgütleriyle mücadele kanununda bahsedilen baskı, cebir ve şiddet unsurlarını da kullanması gerektiğinden bahsetmiştir.

İTİRAZ: Savcının Sarraf grubunu suç örgütü iddiasından temizlemek için atıfta bulunduğu 4422 sayılı yasa 31/03/2005 tarih ve 25772 Mük. S.R. de yayımlanan 23/03/2005 tarih ve 5320 sayılı kanunun 18. maddesi ile 1 Haziran 2005 tarihi itibariyle yürürlükten kaldırılmıştır.

Bu kanun yerine örgüt suçu 2004 yılında düzenlenen yeni Türk Ceza Kanununda detaylı olarak anlatılmış, örgüt suçundan bahsedilebilmesi için cebir ve şiddet unsurları bir şart olarak sayılmamıştır.

Savcı polis fezlekesinde lideri, yöneticileri, üyeleri, talimatlarla yürütülen işleyiş yapısı, sistematiği, araçları, yöntemleri, işledikleri suçları eksiksiz ve kusursuz olarak anlatılan suç örgütünün aslında örgüt olmadığını iddia edebilmek için çaresizlik içinde 10 yıl önce yürürlükten kaldırılan bir kanuna atıfta bulunmak zorunda kalmıştır.

25. Savcı kararında; polis tarafından savcılığa teslim edilen Masak raporunun içinde bulunduğu CD nin kırılmış vaziyette olduğundan belgenin açılamadığını ve bunun üzerine Masak’tan yeniden rapor istendiğinden bahsetmiştir.

İTİRAZ: Polis tarafından savcılığa kırık bir CD teslim edilmemiştir. Bu durum Masak raporunun içeriğini değiştirme gibi bir girişimde bulunulup bulunulmadığı hususunda kuşkular doğmasına neden olmuştur.

26. Savcı kararında; polisin iddia ettiği suç gelirlerinin aklanması iddiasında suça kaynaklık eden öncül bir suçtan bahsedilmediğini belirtmiştir.

İTİRAZ: Polis fezlekesinde öncül suç olarak, suç örgütü kurmak ve kaçakçılık suçları sayılmıştır.

27. Savcı kararında; 22.01.2014 tarihli Halkbankası Teftiş Kurulu raporuna atıfta bulunarak hayali ihracatın sözkonusu olmadığını belirtmiştir. Bankaca ihracat ödemelerinin peşin alındığından bahsedilerek evraklar üzerinde örnekleme yoluyla doğruluğunun araştırılması yönteminin tercih edildiğinden bahsedilmiştir.

İTİRAZ: Savcının atıfta bulunduğu banka raporunun bir tüzel kişiliğin kendisini şaibelerden uzak tutmak için kurumsal bir refleksten ibaret olduğu ihtimalini göz ardı etmiştir.17 Aralıkta gerçekleştirilen operasyondan sonra yaklaşık 3 hafta içinde alel acele hazırlanan bu raporun bu kadar kısa sürede kaleme alındığı konusunda; her şeyden şüphe üreten savcının hiçbir şüphe duymaması oldukça anlamlıdır. Kendisini aklamak isteyen bankaya Savcı bilerek ve isteyerek bu konuda müsaade etmiş, geniş zaman içinde bağımsız birimler marifetiyle ekstra hiçbir araştırmada bulunmamıştır.

Ayrıca bedeller peşin olarak tahsil edilmiş olsa bile bir bankanın bankacılık kanunları gereği ihracat işlemlerinde ibraz edilen belgelerin doğruluğunu araştırma gibi bir sorumluluğu vardır. Bedelinin peşin tahsil edilmiş olması hiçbir tacire bankalara sahte evrak sunma ayrıcalığı tanımamaktadır.

28.Savcı kararında; dosyada sahtecilik suçu ile ilgili hiçbir delil bulunmadığından bahsetmiştir.

İTİRAZ: Savcı her ne kadar böyle bir iddiada bulunmuş olsa bile yapılan aramalarda sahte gümrük belgeleri, faturalar ve gümrük kaşeleri ele geçirilmiştir. ( Hayali ihracat ve sahtecilik suçunun bariz delilleri olan 6 Koli sahte belge, sahte kaşe, Dubai Gümrük makamlarının orijinal matbu boş belgeleri, dijital incelemelerde bu boş matbulara basılan excel belgeleri )

Bunun yanısıra; dosya kapsamındaki şüphelilerin kendileri arasında yaptıkları telefon görüşmelerinde işledikleri bu sahtecilik suçunu tereddüte yer vermeyecek şekilde ele vermişlerdir.

Abdullah HAPPANİ- Sarraf arasındaki görüşmede; Happani Sarraf’a “bu evraklar sonuçta gerçek değil sahte, bu durum para cezasından da öte, hapis cezasını gerektirir” dediği telefon görüşmesi delil olarak dosyada yer almıştır.

Başka bir görüşmede şüphelilerin yaptıkları telefon görüşmelerinde sahte evrak konularıyla ilgili "yaşasın fotoşop, yazdır gitsin, nasıl olsa geçecek” şeklinde görüşmeler yaptıkları ve bankaya sundukları sahte belgeleri kimsenin kontrol etmediği hususu dosyada yer almaktadır.

Şüphelilerin kendilerinin bile sahtecilik olarak nitelendirdiği konuda savcının sahtecilik suçu bulunmadığını iddia etmesi hukuk tarihine kara bir leke olarak geçecektir.

29.Savcı kararında; Gana’dan ülkemize şüpheliler tarafından kaçak olarak getirilen 1.5 ton altın konusunda Mali polisin durumu dosya savcısından gizlediğini, ayrıca bu hususla ilgili Bakırköy Savcılığınca takipsizlik kararı verilmesi nedeniyle, ortada tekrar soruşturma açılmasını sağlayacak yeni bir delil bulunmadığını iddia etmiştir.

İTİRAZ: Birincisi; bu konu polis tarafından savcıdan gizlenmiş değildir. Savcının dosyada bu bildirime ilişkin bir belge bulamaması bu bildirimin yapılmadığı anlamına gelmez. Savcı bu durumu kendisinden önce dosyaya bakan meslektaşından sorup öğrenebilir. Ayrıca savcılarla kolluk arasında bilgi alışverişi sadece yazışma yöntemiyle yapılmaz. Karşılıklı konuşmanın önünde yasal bir engel olmadığı için konuşarak da bilgi alışverişi yapılabilir.

İkincisi; Bakırköy Savcılığının kararından sonra ortada şüphelilerin kaçakçılık suçu işlediklerine dair yeni delil mahiyetinde birçok telefon görüşmesi ve bu konuda görevlendirilen gümrük müfettişlerinin kaçakçılık suçunun oluştuğu ve yasal takibat yapılması gerektiğine dair açık bir raporu mevcuttur. Savcı en baştan takipsizlik kararı vermek arzusunda olduğu için, bütün bunları görmezden gelmiştir.

30. Savcı kararında rüşvet suçundan bahsedebilmek için şüpheliler arasında rüşvet anlaşmasının olması gerektiğinden bahsederek, dosyadaki şüpheliler arasında bir rüşvet anlaşmasının olmadığını iddia etmiştir.

İTİRAZ: Öncelikle umarız Savcı, dosyada şüpheliler tarafından imzalanmış yazılı bir rüşvet sözleşmesi aramamıştır.

Polis fezlekesinde rüşvet anlaşmaları ile ilgili çok ciddi deliller bulunmaktadır.

Bunlardan sadece birkaç tanesinden kısaca bahsetmek gerekirse; 7 Nisan 2013 tarihli Berber Yaşar- Sarraf arasında Muammer Güler hakkında yapılan görüşmede hangi işler için ne kadar verileceği hususunda rüşvetler verilmeden önce anlaşmalar yapıldığı anlaşılmıştır.

Yine Sarraf'ın rüşvet bilançolarını arşivleyen ve para kuryelerini organize eden Abdullah Happani ile Sarraf’ın yaptığı görüşmesinde 'abi' olarak zikrettikleri Çağlayan’ın para hesabında eksiklik olduğunu iddia ettiğinden bahsediliyor, sonrasında hesabında düzenleme yapılıyordu. Ödemenin eksik olduğu iddia ediliyorsa bu durum önceden yüzdelik oranlar üzerinde bir anlaşma çerçevesinde rüşvet alındığı anlamına gelir.

Rıza SARRAF ile Zafer ÇAĞLAYAN arasındaki rüşvetin belli bir sisteme dayanması, süreklilik arz etmesi, verilen paranın kayıt altına alınması ve aşağıda anlatılacağı gibi Zafer ÇAĞLAYAN tarafından, yurtdışından gelen paraya göre kendisine daha az (10 milyon eksik) gönderildiğini iddia etmesi, şahıslar arasındaki maddi menfaat alışverişinin belli bir anlaşma kapsamında süregeldiğini açıkça ortaya koyduğu anlaşılmıştır.

Rıza Sarraf ile rüşvet hesabını tutan elemanı Abdullah Happani arasındaki bir telefon görüşmesinde;

Rıza Sarraf: “ABİNİN HESABINI aşağı yukarı biliyor musun”, Abdullah Happani: "Abi tam bilmiyorum en son baktığımızda iki milyon küsürdü galiba ama daha sonra ne yaptı", Rıza Sarraf: "TL vardı ya 4 küsür”, Abdullah Happani: “İKİ MİLYON KÜSÜR DOLAR YAPIYORDU ABİ DOLARA ÇEVİRMİŞTİK YANİ 4 KÜSÜR TL VAR EVET”, Rıza Sarraf: "Sonra oldu ya bi sürü Euro oldu öbürü oldu”, Abdullah Happani: "Ha onları geçmedim ki ben bişey", Rıza Sarraf: "Niye gıdaya geçmedin mi ona", Abdullah Happani: "Yoo gıdayla ilgili hiç bişey geçmedim ben ona”", Rıza Sarraf: "Niye", Abdullah Happani: "Bilmem bişey söylemedin ki ben bilmiyorum onu", Rıza Sarraf: "ABİ HESAPLIYODUK YÜZDE BİR BANKA ALIYOR BİNDE BEŞ ONA VERECEN BİNDE 3-4 ÖBÜRÜNE VERİRİZ DİYE", Abdullah Happani: "Ha yok hayır ben SADECE SÜLEYMAN’A VERİYORSUN ZANNEDİYORUM ONU", Rıza Sarraf: "YO YO HAYIR GIDA DA VERECEĞİZ", Abdullah Happani: "Geçmedim abi daha onları geçmem lazım", Rıza Sarraf: "Tamam onları geçersin tamam … fiyatını kendin ayarla ... yani BAK 4 GEÇ 3 GEÇ ... ONA GÖRE GEÇ AMA"

Görüşmeden, altın ihracatı şekildeki sistemden transit gıda ticareti sistemine geçişten sonra, Abdullah Happani’nin altın haricindeki gıda sistemi için (Abi) Zafer ÇAĞLAYAN’a değil artık sadece Süleyman ASLAN’a gelen paradan komisyon verildiğini zannettiği, Rıza SARRAF’ın da bu yeni sistem için de hem Zafer ÇAĞLAYAN’a hem de Süleyman ASLAN’a komisyon verileceğini, Zafer ÇAĞLAYAN için transit gıda ticaretine konu hesaba gelen paranın % 0,3 - 0,4 oranında rüşvet verileceğini söylediği anlaşılmıştır.

Abdullah Happani’nin tuttuğu rüşvet çizelgesi uzun zaman Rıza Sarraf tarafından Zafer Çağlayan’a gösterilip, transfer edilen paranın anlaşmaya konu bindelik oranda rüşvet verildiğinin sağlaması yapılıyordu.

Rıza Sarraf’ın ... Zafer Çağlayan’la buluşacağı bir gün Rıza Sarraf ile A.Happani’nin yaptığı bir telefon görüşmesinde;

Rıza Sarraf: "Apo bu hesap kitapta bir dönem abiye hiç birşey girmemiştin ya onları geriye dönük düzelttin mi hiç düzeltmedin mi", Abdullah Happani: "Düzelttim abi daha sonra o şeyin... TABİ O GIDALARI İLK BAŞLADIĞIMIZ DÖNEMDE GİRMEMİŞTİM SEN SÖYLEDİKTEN SONRA DÜZENLEDİM", Rıza Sarraf: "Tamam düzelttin... Tamam yani BAKTIRSA KONTROL ETTİRSE HEPSİ DOĞRU", Abdullah Happani: "TABİ TABİ AMA ŞEY İŞTE GIDALAR BAŞLADIĞINDAN BERİ 4’LE GİRDİM HA ONU KARIŞTIRMAYALIM DA İCABINDA O DAHA ÖNCE 5’Tİ”

Görüşmeden, Rıza SARRAF tarafından Zafer ÇAĞLAYAN’a;

İran’ın parasını altın ihracatıyla döndürme işlemlerinde Rıza SARRAF’a ait firmaların hesabına gelen paranın %0,5,

İran parasını sahte evraklarla yapılan transit gıda/ilaç ticareti işlemlerinde de Rıza SARRAF’a ait firmaların hesabına gelen paranın %0,4 oranında rüşvet verildiği anlaşılmıştır.

Görüşmede dikkat çekici bir durumunda, Abdullah HAPPANİ’nin "baktırsa kontrol ettirse hepsi doğru" şeklinde Zafer ÇAĞLAYAN’ın transit gıda ticaretine konu yurtdışından ne kadar para geldiğini kontrol ettirmesi durumunda % 0,4 oranında para verildiğini doğrulayabileceğini, verdikleri parada eksiklik olmadığını söylediği anlaşılmıştır.

Verilen rüşvetin belli bir komisyon oranı sistemiyle hesaplandığına dair, 29.03.2013 tarihli Rıza Sarraf – Abdullah Happani görüşmesinde;

Rıza Sarraf: “raporları ben nasıl alabilirim bana raporlar lazım taşlar orda diyorsun … YANİ BU EXCEL ne verdik ne aldık”, Abdullah Happani: “ben mail attım sana rapor halinde değil ama rakamlarla”, Rıza Sarraf: “ama toplu tek bir rakam mı yazdın detaylı mı yazdın”, Abdullah Happani: “yo şeyde VERİLENLERİ DETAYLI HANGİ TARİHTE NE VERMİŞSEK ... O GELENİ TOPLU OLARAK VERDİM SANA YANİ ROYALE ŞU KADAR TL GELMİŞ ŞU KADAR EURO GELMİŞ SAFİR’E ŞU KADAR TL GELMİŞ ŞU KADAR EURO GELMİŞ”, Rıza Sarraf: “ORDA BİRAZ RAKAMLARLA OYNAMAMIZ LAZIM Kİ O BİNDE 4 BİNDE 5’İ BEN ANLATAMAM BEN ŞİMDİ ANLADIN MI”, Abdullah Happani: “işte o zaman şey gelende oynaman lazım abi ... geleni ortalama olarak gönderdim ben sana aşşağı yukarı aynıdır", Rıza Sarraf: “tamam ben öyle yapıp onu ona denklerim o zaman ... ABDULLAH BU GÜNE KADAR 37 FİLAN MI VERMİŞİZ”, Abdullah Happani: “36 BUÇUK İKİSİNİ ŞEYE VERMİŞİZ İŞTE”, Rıza Sarraf: “34 VERMİŞİZ YİNE AZ DEĞİL Kİ ... EURO mu bu”, Abdullah Happani: "EURO evet", Rıza Sarraf: "50 yeşil yapar ya”, Abdullah Happani: "tabi canım ciddi bir rakam", Rıza Sarraf: "cık cık cık cık cık ne düşünüyorsun", Abdullah Happani: "BİLMİYORUM ABİ SONUÇTA VERMİŞİZ DÜŞÜNECEK BİRŞEY YOK YANİ", Rıza Sarraf: "hayır VERMESEYDİK OLUR MUYDU sence”, Abdullah Happani: "ZOR OLURDU YANİ", Rıza Sarraf: “biz yapamazdık BİZE YAPTIRMAZLARDI”, Abdullah Happani: "BİZE YAPTIRMAZLARDI EVET ÖYLE BİR DURUM VAR BAŞKASININ KANALI İLE YAPMAK DURUMUNDA KALIRDIK O DA BÖYLE RAHAT OLMAZDI YANİ", Rıza Sarraf: "doğru al işte kıçı kırık Ahmetler şey", Abdullah Happani: "aynı aynı evet"

Görüşmeden, Rıza Sarraf’ın Zafer Çağlayan’a gönderdiği rüşvetlere ilişkin tutulan excellerden ve bindelik oranın gözükmesi için firmalarının Halk Bankasındaki hesabına gelen paraların tutulduğu excel (mahkeme kararı ile alınmıştır) hakkında konuştukları, buna göre,

Rıza Sarraf’ın, legal faaliyetlerinin haricinde İran’ın parasını döndürmek ve altın ihracatı için kullandığı Royal Denizcilik ve Safir Altın isimli firmalarının banka hesaplarına aktarılan paraların binde 4-5’i (%0,4-%0,5) arasında komisyonun Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a rüşvet olarak verildiği,

29.03.2012 tarihine kadar Zafer Çağlayan’a (bunun içinde o zamana kadar Süleyman Aslan için verilen rüşvetlerin de dahil) yaklaşık 34.000.000,00 (otuz dört milyon) Euro civarında rüşvet verildiği,

Bu kadar rüşvetin verilmemesi durumunda şüphelilerin icra ettikleri sisteme müsaade edilmeyeceğini, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan kastedilerek, rüşvet vermeden bu işlemlerin yapılamayacağını, hatta rakiplerinin kendileri gibi böyle güçlü bir ilişkilerinin olmaması sebebiyle aynı sistemi yapamadığını söyledikleri anlaşılmıştır.

Dosyada rüşvet anlaşmasına dair bu denli açık deliller olmasına rağmen savcı bu delilleri görmemeyi tercih etmiştir.

31. Savcı kararında; Zafer Çağlayana verilen paralar karşılığında yapılan işlerin Çağlayan’ın görevi kapsamında olmadığını, Sarraf’ın özel olarak Çağlayan’ın görev alanında değil genel olarak kollanmasının söz konusu olduğunu belirtmiş, alınan paraların ise rüşvet değil, "İyi ilişkilerin devam ettirme karşılığında sağlanan menfaatler" olduğunu iddia etmiştir.

İTİRAZ: Yapılan faaliyetler ve karşılığında sağlanan menfaatler ihracat ve ithalat sektöründedir. Sarraf’ın iştigal alanı olan altın ihracatı da, hayali transit ticaret de; Dış Ticaret Müsteşarlığı da ihracat ve ithalattan sorumlu bakan olan Ekonomi Bakanı Çağlayan’ın doğrudan görev alanındadır.

Sarraf’a sağlanan kollamanın genel veya özel olduğunu bu noktada tartışmak hem çok anlamsız ve mantıksızdır, hem de bu durum hiçbir hukuki sonuca ulaştırmaz...

32. Savcı kararında; Zafer Çağlayan için irdelediği bu görev sorumluluk bölümünü Muammer Güler için hiçbir şekilde irdelememiştir.

İTİRAZ: Savcı yukarıda da izah edildiği gibi Güler’in aldığı rüşvetleri Rüçhan Bayar’ın borcuna karşılık alınan para olarak nitelendirerek rüşvet ödemesini bertaraf etmek istemiştir. Oysa istisnai yoldan vatandaşlığa kabul, koruma tahsisi, polisin sürgün edilmesi, polisiye takibatın olup olmadığının araştırılması tam olarak Güler’in başında olduğu İçişleri Bakanlığının görev ve yetki alanındadır. Savcı bu konudan Tarım Bakanı'nı mesul tutma gibi zorlama yorumlar yapmak yerine, bu durumu usta bir manevra ile en baştan gizleyerek bu hususa hiç yer vermemiştir.

33. Savcı kararında; menfaat karşılığı yapılan işlerin ne olduğunun belirsiz olduğunu iddia etmiştir.

İTİRAZ: Polis fezlekesinde kimin ne iş için ne kadar rüşvet verileceğine ilişkin açıklamalar fazlasıyla mevcuttur. Bu husustaki deliller tartışmaya yer vermeyecek şekilde barizdir.

Dosyanın en önemli boyutu olan bu konuyu savcı oldukça yüzeysel olarak çok kısa geçmeyi tercih etmiştir. Bunun sebebi delillerin çok açık olduğundan savcının yazacak bir itiraz bulamamasıdır.

34. Savcı kararında; aramalarda ele geçen delillerden hiç bahsetmemiştir.

İTİRAZ: Polis fezlekesindeki deliller dinleme izleme çalışmalarında elde edilenlerden ibaret olmayıp, aramalarda da rüşveti, sahteciliği ve hayali ihracatı ispat eden yüzlerce belge ve doküman elde edilmiştir. Bu dokümanlara aramalar neticesinde süs olsun diye el konulmamıştır. El konulan bilgisayar kütüklerinde ilk incelemelerde görülen ve raporlanmayı bekleyen dijital veri delillerinin akıbeti belirsizdir. Savcının kararında bu delillerden bahsetmemesi çok anlamlı olup, bu davranış açık ve bariz bir şekilde suç delillerini görmezden gelmek demektir.

35. Savcı kararında; banka komisyon payını düşürmenin suç olmadığından bahsetmiş, bankanın bu husustaki görüş yazısına gereksiz bir şekilde uzun uzadıya yer vermiştir.

İTİRAZ: Polis fezlekesinde de banka komisyonunun düşürülmesi suç olarak nitelendirilmemiş, komisyonun düşürülmesi üzerinde yapılan anlaşmalar ve sağlanan menfaatler suç olarak anlatılmıştır. Bu komisyon payının düşürülmesi üzerine yapılan pazarlıklar ve verilen rüşvetler delil olarak dosyada yer almaktadır.

Savcı Ekrem AYDINER, bu dosyanın şüphelilerinden 14 kişiyi tutuklama talebiyle mahkemeye sevk ederken "bu dosyadan kim tutuklanırsa tutuklansın, midem bulandı vallaha" ifadesini kullanmıştır.

Savcının mide bulantısı nasıl geçmiş, bu dosyayı nasıl hazmetmiştir?

Üstelik bu dosyada tutuklanan 14 şüpheli için tutukluluk itirazı ve aylık tutukluluk kontrollerinde de 3 kez tutuklama tedbirinin devam etmesi yönünde mütaala vermiştir.

Takipsizlik kararına göre bütün bu durumlar garip çelişkilerdir.

Yakub SAYGILI (Dönemin Mali Şube Müdürü)

Saygılı: 4 bakan soruşturulacakmış ya da aklanacak

Saygılı, meclis komisyonuna kendisinin dinlenmesi için gönderdiği dilekçe ile ilgili de şunları yazdı: "Komisyon kurulmuş, 4 bakan soruşturulacakmış. Ya da aklanacak. Maksat soruşturmak olsaydı bizi de dinlerdi herhalde. Onlar çağırmayınca ben onları Silivri'ye çağırdım. Sonucu belli ama yine de bekliyoruz."

HABERE YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
Önceki ve Sonraki Haberler