İstihbarat dünyasında eski bir deyiş vardır: "Eğer masada kimin av olduğunu göremiyorsan, av sensin demektir."
Mehmet Akif Ersoy, Sky ECC, 4.500 kişilik "Hayalet Liste" dosyasını açıyoruz.
Algoritmaların kör noktalarından sıyrılıp, gerçeğin o rahatsız edici frekansı başlıyor!
Mehmet Akif Ersoy'un gözaltına alınması ve TMSF yönetimindeki Habertürk'teki deprem, sıradan bir adli vaka değil. Bu, "Sky ECC" enkazının altından çıkan ilk kıvılcım. Bir sabah uyanıyorsunuz ve yıllardır kullandığınız, size "kırılamaz" denilen o özel telefonun aslında Avrupa polisinin (Europol) canlı yayın aracı olduğunu öğreniyorsunuz.
Hollywood filmlerinde her şey bir anda olur; siyah minibüsler gelir, kapılar kırılır. Gerçek hayatta ise istihbarat, avını önce uyuşturur. 2021'den beri sessizce bekleyen, "Operasyon Bulut" adıyla kodlanan bu süreç, neden şimdi patladı?
Çünkü 4.500 kişilik o "Kırmızı Liste"de sadece baronlar yok. Masanın diğer tarafında oturanlar; lojistik sağlayanlar, finansı yönetenler ve "bize bir şey olmaz" diyen o dokunulmazlar var. Ersoy vakası, buzdağının sadece su yüzüne vuran çakıl taşı. Asıl kaya aşağıda. Ve o kaya, Ankara'nın diplomatik pazarlık masasının tam ortasına düşmek üzere.
Sizce bu düğmeye neden tam da AB ile "Savunma Paktı" ve vize pazarlıkları kızışmışken basıldı? Tesadüf, amatörlerin inandığı bir mittir. Profesyoneller ise zamanlamaya bakar.
Filmlerde "hacker" denilen tiplerin, kapüşonlarını takıp saniyeler içinde "Erişim Sağlandı" yazısını gördüklerini izleriz. Gülünç. Sahada işler böyle yürümez. Gerçek dünyada en büyük sızmalar, teknolojik deha ile değil, insan kibriyle yapılır. Europol ve Fransız Jandarması, Sky ECC'yi dışarıdan kırmadı. Onlara bir "güncelleme" gönderdi.
Düşünün; suç dünyasının tepesindesiniz, telefonunuza "Güvenlik Yaması" diye bir bildirim geliyor. İndiriyorsunuz. İndirdiğiniz an, kendi elinizle Truva Atı'nı kaleye sokuyorsunuz. Mart 2021'e kadar atılan her mesaj, çekilen her fotoğraf, silinse bile "Gölge Arşiv"e aktı. Milyonlarca dolar verip aldıkları o "güvenli" cihazlar, aslında ceplerindeki polis telsiziydi.
Bu operasyonel zeka, II. Dünya Savaşı'ndaki Enigma'nın kırılmasından beri gördüğüm en zarif "içeri sızma" harekatı. Sistemin içine yerleşip, aylarca sessizce izlemek... Bu sabır, bir satranç ustasının sabrıdır. Şimdi o sabrın hasat zamanı. Peki, bu veriler Türkiye'ye geldiğinde neden "yok edilemez" veya "değiştirilemez" (?) İşte işin en can alıcı teknik kısmı burada başlıyor...
Bizim coğrafyada delillerin "ayağının kayması", klasörlerin "su alması" veya bazı isimlerin dosyadan "buharlaşması" ne yazık ki bir gelenektir. Ancak Sky ECC dosyasını Ankara için kâbusa çeviren detay, "Hash Değeri" denilen o lanet olası dijital parmak izidir.
Bunu şöyle hayal edin: Bir mektup yazıp zarfa koyuyorsunuz ve zarfı erimiş mumla mühürlüyorsunuz. O mühür (Hash), verinin orijinal halidir. Eğer Türkiye'deki bir savcı veya bir "el", o dosyanın içinden tek bir virgülü bile değiştirirse, mühür kırılır. Dijital imza bozulur. Europol ve Fransa mahkemeleri, verileri bu kriptografik mühürle teslim etti. Yani; "Bu konuşmaları çıkaralım", "Şu ismi görmezden gelelim" deme şansı teknik olarak sıfır.
M. A. Ersoy olayına bir de bu yönüyle bakın. Yoksa... Şimdiye... Neyse...
Bu yüzden sistem kilitlendi. Bu yüzden 4.500 kişilik liste, bir Demokles'in Kılıcı gibi tepede sallanıyor. Yargıdaki "hukuka aykırı delil" tartışmaları da nafile; AİHM ve Avrupa Adalet Divanı içtihatları kapı gibi duruyor. Peki, bu 4.500 kişi kim? Sadece uyuşturucu baronları mı? Keşke o kadar basit olsaydı.
Tarih, sadece isimleri değiştirir, senaryoları değil. Soğuk Savaş döneminde CIA ve BND (Alman İstihbaratı), "Crypto AG" adında bir şirket üzerinden tüm dünyaya, hatta müttefiklerine bile şifreli haberleşme cihazları sattı. Herkes güvende olduğunu sanırken, Washington ve Münih her şeyi dinliyordu. Bu, "Operasyon Rubicon"du.
Bugün yaşanan Sky ECC olayı, Rubicon'un 21. yüzyıl versiyonudur. Tek fark, bu sefer hedefin devletler değil, devletleşmiş suç örgütleri ve onların "kravatlı" ortakları olması. O günlerde diplomatik sırlar dökülmüştü, bugün ise kirli para trafiği, rüşvet çarkları ve limanlardaki konteyner numaraları dökülüyor.
Geçmişte bu tür sızıntılar savaş başlatırdı. Bugün ise siyasi kariyerleri bitiriyor ve ekonomik yapıları çökertiyor. 21 ton uyuşturucu ve 300 milyon Euro'luk nakit el koyması... Bu rakamlar, bir savaş bütçesidir. Ve bu bütçeyi yönetenler, plazaların en üst katlarında, en "saygın" koltuklarda oturuyor olabilir. İşte "Gri Adam" dediğimiz kavram burada devreye giriyor.
Saha uzmanlarına ilk öğretilen şeylerden biri "Gri Adam" olmaktır. Dikkat çekme, akılda kalma, ortama karış. Ama bugün, elindeki o akıllı telefon seni, neon ışıklı bir tabelaya çeviriyor. Sky ECC kullananların hatası, teknolojinin onlara "görünmezlik pelerinini" verdiğini sanmalarıydı.
Size bir "tavsiye": Eğer bir uygulama size "Yüzde 100 gizlilik" ve "askeri düzeyde şifreleme" vaat ediyorsa, oradan koşarak uzaklaşın. Gerçek gizlilik, uygulamada değil, davranışta biter. Dijital dünyada "silmek" diye bir şey yoktur, sadece "erişimi zorlaştırmak" vardır. En güvenli mesaj, hiç yazılmamış olandır.
Bu adamlar, doğum günü pastalarının, uçak biletlerinin fotoğraflarını paylaştılar. Europol bu "metaverileri" birleştirdi ve kimliklerini buldu. Sizin ofiste, kafede attığınız masum bir konum etiketi bile, bir gün aleyhinize bir haritaya dönüşebilir. Peki, bu haritada Türkiye'nin yeri neresi? Ve bu liste neden bir "milli güvenlik" sorunu haline geldi?
Elimizdeki analizler, 4.500 kişilik Sky ECC Türkiye ağının homojen olmadığını gösteriyor. Üç katmanlı bir piramit var karşımızda. Ve en tehlikeli katman, en alttaki torbacılar değil.
Baronlar: Lojistiği yönetenler. (Bolle Jos, Ürfi Çetinkaya ekibi vb.) İşin kas gücü.
Finansçılar: Kapalıçarşı, döviz büroları, kripto borsaları. Kirli parayı sisteme "temiz" sokanlar.
Kolaylaştırıcılar: İşte "zurnanın zırt dediği" yer. Gümrükteki göz yumucular, bürokrasideki "hallederiz"ciler ve medyadaki "algı yöneticileri".
Mehmet Akif Ersoy veya benzeri medya figürlerinin bu denkleme girmesi (iddia boyutuyla bile olsa), 3. Katman'da bir çözülme olduğunu gösterir.
Baronu yakalarsın, yerine yenisi gelir. Ama "kolaylaştırıcıyı" alırsan, sistemin dişlileri durur. Şu an yaşanan panik, dişlilerin arasına sıkışan bu çakıl taşından kaynaklanıyor. Sistem ya bu parçaları kusacak ya da tamamen kilitlenecek.
Masada dönen oyun sadece adli değil, jeopolitiktir. Aralık 2025. Türkiye, AB'nin yeni savunma mimarisi "SAFE" (Security Action For Europe) programına girmek istiyor. Vize serbestisi için son virajda. Brüksel, elindeki Sky ECC dosyasını Ankara'nın önüne koyuyor ve diyor ki: "Sınır güvenliği sadece mülteci tutmak değildir. Kendi içindeki bu ağı temizlemeden, bizim güvenlik paktımıza giremezsin."
Yani Mehmet Akif Ersoy ve diğer operasyonlar, Batı'ya verilen bir "İşbirliği yapıyoruz, temizleniyoruz" sinyali.
Hakan Fidan'ın diplomatik trafiğine dikkat edin.
Dışarıdaki baskı, içerideki temizliği zorunlu kılıyor. Bu dosya, AB'nin elindeki en büyük koz. Ankara ise "Salamı Dilimleme" taktiği uyguluyor; listeyi bir anda değil, ince dilimler halinde, sistemi çökertmeden tasfiye etmeye çalışıyor.
Ama unutmayın, salam ne kadar ince dilimlenirse dilimlensin, sonunda biter. Ve o son dilimde kimin ismi var?
Pandora'nın Kutusu artık açıldı. Sky ECC verileri, devletin kılcal damarlarına sızmış bir enfeksiyonu gösteriyor. Bu enfeksiyonu temizlemek, bünyede yüksek ateşe ve titremeye neden olacak.
Önümüzdeki günlerde daha büyük isimler, daha şok edici "itirafçılar" ve açıklanamayan servetlerin el değiştirdiğini göreceğiz. Mehmet Akif Ersoy olayı bir son değil, bir başlangıç. "Gölge"de kalmayı başaranlar şimdilik rahat nefes alabilir, ama dijital hayaletler asla unutmaz.
Siz de bu gölge oyununda kaybolmamak, perdenin arkasındaki gerçekleri, algoritmaların size göstermediği o karanlık detayları öğrenmek istiyorsanız takipte kalın.
Çünkü burada sadece gerçeği konuşuyoruz. Ve gerçek, her zaman kurgudan daha tuhaftır.
SERKAN YILDIZ / X hesabı; @serkan80yildiz