Böyle de yatılmaz ki!

İsmail YILMAZ

Neden ben de diğer insanlar gibi değilim diyerek, bazen kendime söyleniyorum hatta öyle zaman oluyor ki ciddi anlamda kendi kendime kızıyorum. Soğuk, çamur, kar, tipi demeden ne işim var ki avlakta av peşinde gezmeye, ya da bana mı kaldı Çankırı’daki tatlı su balıkçılığının doğal hayatının korunması, çok mu ihtiyacım var sanki el kadar av etine, üstelik et düşünsem yaptığım masraf, sarf ettiğim efor ve emeği göz önüne alınca kasaptan fazlası ile et ihtiyacımı görebilirim. Yaya geçidi kullanma alışkanlığı olmamak, trafiğe açık olan yolda yürüyerek esnafın kaldırımı tezgah haline dönüştürmesine izin vermek, dağlara kocaman bir kalp çizmek, reklam panosunu trafik yön levhası altına asmak ya da görevini yapan polisimizin yüzüne bakmak yetmiyormuş gibi üstelik ağzımdaki dişlerin en az yarısını da gösterecek şekilde tebessümle (!) kavşağın tam merkezinden karşıya yürümek varken ne işim olabilir ki dağ’da, kır’da, ova’da.

Kimi avcıya göre avcılık; yaşam biçimi, kimi avcıya göre kendisini rehabilite etmesi, kimi avcıya göre ise bir felsefe vs. Kim nasıl tanımlarsa tanımlasın sonuçta avlaklar ve doğa benim kendimi iyi hissettiğim yerler ve sürdürülebilir avcılığımızı da göz ardı etmeden MAK (Merkez Av Komisyonu) kararlarına uygun olarak; evde av’a hazırlık aşamasından başlamak üzere, avlağa ulaşım, avlanmak eylemini gerçekleştirilmesi, avlakta av yemeğinin yenilmesi, isli çaydanlığın çayını yudumlarken yapılan av sohbetleri, eve dönüşten sonra malzemenin bakımı ve yerlerine yerleştirilmesi süreci olarak tanımladığım avcılığı asla yapmaktan geri kalmayacağım.

Geçmiş zamanda yaşamış avcı büyüklerimizin söylediği ve av arkadaşım Ali Osman Beyin sık tekrarladığı benim de çok hoşuma giden “İnsanlar dünyada iki yerde eşittir, birincisi camide saf düzeninde ikincisi ise av yaparken avcı kolunda” sözü irdelendiğinde, özellikle günümüz koşullarında haklı ya da haksız, kartvizitli ya da kartvizitsiz elde edilen statü farklılıkları göz önüne alınınca avcılığın nasıl bir husus olduğu ortaya çıkmakta. Zira toplumsal yaşamda statü farkı olmazsa olmazlardan olmasına karşın avcılıkta böyle bir statü farkına gerek duyulmamaktadır. Kısaca ve net olarak kurallara uyan herkes avcıdır ve yine kurallara uymak şartı ile bu topraklar üzerinde, her bireyin avlanma hakkı vardır.

Dünyadaki teknolojik değişimin neticesinde, önceleri hayatımızı kolaylaştırmak amacıyla kullanımımıza sunulan ürünler şimdilerde bizleri bir şekilde kendilerine bağımlı yaparak ve sosyal hayattan kopmamıza neden olup bizleri yalnızlaştırmasına karşın hala bir avuç insan da olsak, doğanın kucağına kendimizi bırakabilmek için av gününü sabırsızlık içerisinde bekleyebiliyorsak bizlerin iyi bir şey yaptığını düşünüyorum. Daha ilköğretim çağındaki çocuklarımızın ellerine karne hediyesi adı altında tutuşturduğumuz yüksek çözünürlüklü kamera özellikleri olan dokunmatik telefonlar ile yolun karşısına geçerken oynamalarına izin verebiliyorsak ya da ebeveyninin elinden tuttuğu çocuğuna karşıdan karşıya geçerken nasıl geçeceğini öğreteceği yerde kendisinin çocuğu ile birlikte yolun tam ortasından araç trafiğini hiçe sayarak geçmesinden daha iyiyiz diye düşünüyorum. En azından şimdilik av hayvanları ile ilgili bir trafik sorunu yaşamıyoruz.

Bir de biz avcılığa gönül vermiş insanların kendimizi doğru olarak ifade edebilmemiz olayı vardır ki bence en önemlisi de belki de budur. Çok yakın bir tarihte kurtuluşunu kutlayan bir şehrimizde resmi geçiş esnasında avcılarımızın yaşamış olduğu görüntü var ki ulusal basın günlerdir haber yapıyor. Olayın tartışılabilecek doğruları ve yanlışları mutlaka vardır ama hataların bütün sorumlusu acaba avcıların kendisi mi ? Orhan Veli’nin “sere serpe” şiiri aklıma geliyor.

Uzanıp yatıvermiş sere serpe
Entarisi sıyrılmış hafiften
Kolunu kaldırmış kolluğu görünüyor
Bir eliyle de göğsünü tutmuş
İçinde kötülük yok biliyorum
Yok, benim de yok ama
Olmaz ki
Böyle de yatılmaz ki


diyor dizelerinde şair. Acaba resmi geçişin düzenlenmesini sağlayan ya da koordine edenlerin hiç mi hatası yok. İşte bu örnekte de kendimizi ifadenin ne denli önemli olduğu bir kez daha öne çıkıyor.

Avcılarımızın sesi olmaya çalıştığımız bu köşe burada devreye giriyor. Eğer ki doğrularımızı doğru biçimde ifade edebilirsek o zaman istemeden de olsa oluşabilecek bir çok yanlış anlaşılmanın önüne de geçme fırsatını yakalayabilmiş oluruz sanırım. Diğer ülkeler ile kıyaslanıldığında ülkemizde bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda olan ve biz avcıların kendilerini doğru olarak ifade edebilmesini sağlayan yayın organlarının önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.

Bu vesile ile Aralık 2009 tarihinden bu tarafa yayın hayatında olan ve biz avcıların da Ocak 2010 tarihinden bu güne kadar sesi olan Sözcü 18 haber sitesinin 1. yaşını doldurmasını kutlar yayın hayatında başarılarının artarak devamını dilerim.

Bütün avcılara ve doğa severlere rasgelsin.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.