Kavlağan ağacı!

Ömer Faruk ERYILMAZ

Yazlıkçıların tek tük gelmeye başladığı şu günlerde, O’ nun da geldiğini duyunca sevinip, aradım. “Evin önündeyim, gel çay içelim” dedim.

Geldiğinde taze çayım kalmadığından, şu sıcak suda çözülen kahvelerden hazırlayıp koydum, önündeki masanın üzerine. 

O,  plastik sandalyeye kaykılarak oturmuş, evin dış cephesini, bahçenin yeni yeşermiş ağaçlarını, açmak üzere olan güllerini, biçilmek isteyen otlarını falan göz ucuyla taradıktan sonra, nasıl olduğumu bile sormadan, “Şu akasyayı kes.” dedi.

İki üç seneden beri o kadar alışıktım ki, bahçeye yeni gelen herkesin, bu tür önerilerine, şaşırmadığım gibi, sözün bundan sonra nereye geleceğini de biliyordum adeta.

O da yanıltmadı beni ve ekledi, içinde “emir” kipi olan önerilerini sıralamaya.

Kahvesinden bir yudum alıyor, “Bu eğrilmiş Salkım Söğüdü de kes” diyordu. Bardağı masaya bırakmadan, “Şu armutlar, cevizin altında kalmış, büyüyememişler bunların yerini de değiştir.” Diye ekliyordu.

Aslında bahçedeki ağaçlar çok sık, bunları seyrelt” diyor, soğumakta olan kahvesinden bir yudum içiyordu.

Üst kattaki pencerenin kırık camına bakmasa, görmese diye düşünürken, “Şu camda kırık” deyip, döndü önüne.

Suskunluğunu fırsat bilip, araya girerek, nasıl olduğunu, neler yaptığını falan sordum. Niyetim dikkatini dağıtmak, eleştiri ve önerilerinden kurtulmaktı ki, “Güllerin üzerindeki böcekleri temizlemek için Arap sabunu kullan” dedi.

Baktım olacağı yok, “Yahu rahat bırak şu bahçeyi de, dön önüne” dedim.

İçinde tavuk kalmamış kümese, Dost’un kullanmadığı kulübesine falan bakınarak önüne dönerken, “Boş oturacağına şuraları belle” dedi.

“Anlaşıldı senin susacağın yok” deyip önüne meyve tabağını uzattım.

Bak senden öncekiler, bir de şu Kavlağan ağacını kesmemi isterlerdi, sen onu söylemedin” dedim.

Kafasını kaldırıp, duvarın dışında büyüyerek dalları bahçenin içine sarkmış Kavlağan ağacına baktı.

Yüzünde alaycı bir gülümseme ile döndü bana.

Onlar; meyve vermediği, gövdesinden kereste yapamadıkları, hatta pis koktuğu için istemiyorlardır Kavlağanı” dedi.

Evet, içi koftur, odun bile olmaz bundan ama inatçıdır, her yerde, her koşulda yetişir. Gördüğün gibi bahçenin duvarı, zeminin betonu, yolun asfaltı, toprağın kili engel olmaz bunun gelişip büyümesine.

Kaldı ki, su istemez, börtü böcek kurutamaz bunu. Dibinden dahi kessen birkaç ayda yeniden boy gösterir.” diye sürdürdüğü konuşmasını, ağzına götürdüğü erikle kesip soluklandı.

Tam “Oh be, emirlerinden de, önerilerinden de, akıl vermelerinden de kurtuldum” diye düşünüp, lafı kapmak isterken;

Hava kirliliğinden, ortamın pisliğinden, koşulların kötülüğünden etkilenmeden, tüm kötü koşullar altında bile sorun yaşamadan büyüyebildiğinden bu ağaca, geleceğin ağacı diyenler de vardır.” şeklinde devam etti konuşmaya.

Ne yani, koskoca dünyanın geleceği bu –Osuruk- ağacına mı bağlı?” diyecek oldum.

Evet” dedi. “Senin Osuruk ağacı diye küçümsediğin bu Kavlağan ağacı, ne kadar kökünü kazımaya, soyunu kurutmaya kalkışsan da bir yolunu bulur ve yeşerir. İnsanlığın da, ülkenin de, dünyanın da geleceği bu ağaca bağlıdır.” deyiverdi.

Bu kez gerçekten susmuş gibi geldi bana.

Yahu sen meyve vermiyor diye akasyayı, eğri diye söğüdü, küçük kalmışlar diye armutları kesmemi isterken bu kavlağana niye bu kadar sahip çıktın?” diye sordum.

Boşuna emek harcamanı istemediğimden” dedi.

Ne kadar çabalarsan çabala, ne kadar kötülersen kötüle onun kökünü kurutamazsın.  O kök, bu toprakların derinlerine kadar inip tutunmak için, çok çaba harcamış, çok zahmetler çekmiştir.  

Bu toprağın da hakkını yememek lazım ki, o da bu kökleri bağrına basmış, onun ruhuna işleyerek, vazgeçilmezi yapmıştır.” dedi ve ağzına bir erik daha atarak, bu kez gerçekten sustu.

13.Haziran.2016 - Kurşunlu

Yorum Yap
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.