7 ay önce Sabah gazetesinde “yetmez ama evet”i savunan Halil Ergün Atatürkçü oldu

7 ay önce Sabah gazetesinde “yetmez ama evet”i savunan Halil Ergün Atatürkçü oldu

Halil Ergün, Ocak ayında verdiği röportajda 2010 referandumuna ilişkin "Şimdi bazıları beni 'Yetmez ama Evetçi' olarak suçluyor ama ben yetmez bile demedim, doğrudan 'Evet' demiş biriyim" ifadelerini kullanmıştı.

OYUNCU Halil Ergün, iktidara yakınlığıyla bilinen Sabah gazetesine Ocak ayında verdiği röportajda 2010 referandumuna ilişkin "Şimdi bazıları beni 'Yetmez ama Evetçi' olarak suçluyor ama ben yetmez bile demedim, doğrudan 'Evet' demiş biriyim" ifadelerini kullanmıştı. ‘Yetmez ama Evetçi’ olarak bilinen Halil Ergün bugün verdiği bir röportajda ise “Benim Cumhuriyetim var. Kahramanlar kurdular, başta Mustafa Kemal ve arkadaşları. Kör topal Cumhuriyet'in kazanımları var” dedi.

Halil Ergün’ün bugün ANKA haber ajansından Edda Sönmez'e verdiği röportajdan satır başları şöyle:

"İŞGAL ALTINDA BUGÜNLERDE ÜZGÜNÜM"

“Hiç kopmadım ki ben. Her tatilim, her dönüşüm; fakülte yıllarım, öğrencilik yıllarım, ailem, bugün de öyle. Sinema yaptığım zaman da başıma gelenler zamanında da hala oradayım. Her şeyim orada, evim, barkım, hatıralarım, ailem, kardeşlerim, hep İznikli kaldım ben. Hiç kopmadım ki ondan ben. Yani şehirli olmadım, o kasabanın çocuğu olarak kaldım. Hala biraz işgal altında bugünlerde. Üzgünüm yani mimari ve beton her yere saldırdığı gibi buraya da saldırmış durumda.

"PİŞMAN DEĞİLİM YAŞADIKLARIMDAN"

Bir şey daha söyleyeyim, hayatımda pişmanlık kelimesi... 'Ben yaptım, benim tasarrufum' deyip, sadece tartışmışımdır veya muhasebe etmişimdir içimde. Bir kere yaşanmıştır. Yani pişmanlık ne kâr eder. Hiç pişman değilim yaşadıklarımdan. Onlar bana aitlerdi. Hayat ve yapısallığım o anda bir gün yanlış olduğunu fark ettiğim şey beni pişmanlığa götürmez. Bir daha tekrar etmemeyi besler bende. Hiç pişmanlık taşımam hayatta.

"İLK AŞKIMIN ETEĞİNİN RENGİNİ VE DESENLERİNİ BİLE UNUTMUYORUM HİÇ"

İlk aşkımı anlatıyorum size. Hiçbir yerde konuşmadım şimdiye kadar. Ben başarılı bir öğrenciydim. İlkokulu bitirdik ve ortaokula başlayacağız. Ortaokul resimleri var. Şapkalar falan takıp başlamıştık, heyecanlıyım. Kaydımızı yaptırdık, bir de işte modern kızlar vardı. Yani devletin memurlarının kasabadaki uzantılarının kızları, çocuklarıydı, farklılardı onlar. Bir gün koşuyorum çarşıda Ayasofya Kilisesi sonra cami olmuş orası. Oradan çarşıdan geliyorum karşıdan bir kız koşarak geliyor. Eteğinin rengini ve desenlerini bile unutmuyorum hiç. Görmediğim bir kız. Saçları uzun simit yapmış. Aşağıya doğru bir şeyler yapmış sallanıyor. Elinde bir tas vardı. Baktım benim yaşımda biri. Bir etek böyle kloş bir etek galiba ve kavuniçi ile yeşil bilmem ne renkli desenleri var büyük, büyük. Böyle birdenbire kaldım dedim ki 'O da okula gelse.' Kim olduğunu bilmiyorum. Çünkü kasabada yabancı.

"YÜREĞİMİN ÇARPTIĞINI HİSSETTİM"

Sonra okul açıldı. Okul bahçesinde sıra olmuşuz içeri gireceğiz. Tam sıra olmuşuz. Birden okulun kapısından bir kadın, siyah paltolu elinde kız. Annesi getirdi mi buraya… Yüreğimin çarptığını hissettim. Ondan sonra aynı sınıfta okumaya başladık. Sonra öğrendim ki çok eski oranın yerlisi bir amcanın, fotoğrafçı ünlü Pepiko amcanın kızıymış kendisi. Ve Bursa’dan gelmişler. Sonra okula geldik ben boyuna ona bir şeyler yapıyorum, şımarık da bir çocuğum biraz belki. Hani şımarık da demeyeyim de hep ilgi gören çocuk olduğum için ilgi göstermiyor bana. Ben gidiyorum kitabına asılıyorum, silgisini yıkıyorum falan. Ben arkada üçüncü, dördüncü sırada o ön sırada oturuyor. Kızlar daha çok önde oturur. Bir gün yine defterini çektim artık, 'Bana bak, merhaba, ne oluyor diye sor' dedim. Tabii bu aşkın çapını ya da derinliğini şu anda ölçemem ama 'Lütfen, insanla çok uğraşıyorsunuz' dedi bana. O gün bittim yani anladın mı? Bittim. Sonra başka bir flörtü oldu. Başka bir erkek arkadaşımızla. Böyle hep takip ediyorum. Sonra biraz şöyle bir ilişkimiz oldu. İlişki nedir yan yana konuşmak, bilmem ne yapmak falan gibi onu unutmuyorum. Sonra öbür aşklar işte yaşınla orantılı gelişmeler oldu elbette.

"BİZ 12 MARTLAR'DA, 12 EYLÜLLER'DE HESAP VERMİŞ BİR KUŞAĞIN ÇOCUKLARIYIZ"

Evliliği düşünmedim aslında. Şöyle ama... Bizim hayatımız maceralar hayatıdır. Fakülte yıllarında başlayan tiyatro mücadelesi ve en iyiyi yapmak. Tiyatro da kurduk falan. Kalabalık aile. İki abim birisi asker oldu. Birisi esnaftı Bursa'da. Sonra İsviçre’ye gitti orada kaldı. Sonra hapishane yıllarım oldu. Yıllarca biz 12 Martlar'da, 12 Eylüller'de hesap vermiş bir kuşağın çocuklarıyız. Sonra sinema girdi. Bir de şey var aşkın ya da birlikteliğin ötesindedir evlilik, kurumsal bir şeydir. Pek de meraklı değildim ayrı. Hep bir hedefin peşinde koştuk yani benim bir sürü arkadaşım evlenmediler. Evlilik düşünecek halimiz yoktu. Kızlar, oğlanlar da öyle...

Sonra sinema macerası başladı. Yılmaz (Güney) ağabeyin beni göreve çağırmasıyla bir çeşit. Çok sevdim ve kaldım. Kadere dönüştü sinema. Seks furyası başlamış, şarkıcı filmleri oluşuyor falan zordu. Bir de bir dönem var ve toplumsal içerikli film diye adlandırmışlardı o anlamda yani söyleyecek lafı olan filmlerin olması noktasının macerasına girdik o kolay değildi. Hiçbir zaman burada han-hamam, şöhret-möhret, en güzel kadın, en çok para, hiç aklıma gelmedi ben otellerde gelip, gidip kaldım. Yalnız şu kadar var bir tane As Otel vardı turneyle gelirdik. Biraz üç kuruş elimize para geçince Londra Otel’e terfi ettim.  O arada bu işin şey yanı bu mesleki ya da var olma yanı. Bir film bir maceradır. O film çekilir, bu film, lezzet, o çevre, var olma savaşı, bir tarafıyla da ihtiras değil de onun üzerine gitmek... Bizim hayat tarzımız toplumsal gelişmelerden Türkiye’nin toplumsal tarzın dışında olmadı. Biz öyle bir kuşağız. Öyle bir 68 kuşağıyız. 

"BABAM 'GEL TOPRAKLARIN BAŞINA,
SENİ EVLENDİRELİM, TRAKTÖR ALAYIM' FALAN DEDİ”

Sonra hemen mesleğe atılmadım işte orada hariciyeci olacak diye gönderdiler okula, fakültede derslerim var. Derken tutukluluk geldi. Sonra afla çıktım. Kasabamda evime döndüm yine başka bir yerim yurdum yok. Babam 'Tamam istemiyoruz artık gel toprakların başına, seni evlendirelim, traktör alayım' falan dedi. Bu arada cezaevinden çıkmanın ikinci ayında geldi haber sinemaya başladım. O bir macera. Ha şimdi bu film, bunun tadı, bunun bilmem neyi derken bir de biraz yeni bir çevre tanıyorsun o da yeni bir başlangıç gibi yeni insanlar var. Sinemadan çok, tiyatrodan çok tanıdıklarım vardı İstanbul’da. Vay ben evleneyim de şu kız, bu kız öyle bir şeyim çok olmadı zaten. Ama bu şartların içinde bir tepkiydi bir süre sonra tabii aile meselesi iki abim çektiler gittiler. Kız kardeşlerim var. İki kız kardeşim vardı. Çok ilginçtir ki ikisinin de eşleri çok erken öldü. Çocuklar kaldı. Onlarla ben ilgilendim. Koca koca adam oldular. Geniş aileyiz, 6 kardeşiz biz. Sonra da 50’li yaşlara geldik. Bundan sonra ne evlenmesi oldu. Bir kadere dönüştü bir çeşit. Bundan sonra da bilmiyorum yani. Bazen espri yapıyorum. 'Yok ya bana niçin gelecek' diye. Belli ölçülerle gelecek, o eski ilk aşkın buluşması üzerine oturan bir evlilik olmayacak hiçbir zaman. İyisi mi böyle gitsin.

"ÇAPSIZ BİR SİYASET YÖNETİMİ GÖRÜYORUM

Heyecanımı öldüren şeyler oldu. Benim kuşağımın içinde, ülkenin daha güzel günlere gitmesini talep eden bir ruh var. Muhalif saflarda olmuşumdur her zaman, daha güzel günler için tabii. Muhalif derken, siyaset yapmak anlamında söylemiyorum. Daha güzel dünya, daha özgür bir dünya, daha demokratik bir dünya, daha çocukların mutlu olduğu bir dünya, ülke. Bugünlerde beni çok yaralayan mesele şudur: Çapsız bir siyaset yönetimi görüyorum ve 'Bizim ülke buna müstahak değildir' diyorum. Bu kadar kapalı konuşayım. Kapalı değil de yani derinliğe girip de çok bilmişizdir, biz her şeyi söyleriz ama söylemeye gerek yok. Bir tek şey var. Benim Cumhuriyetim var. Kahramanlar kurdular, başta Mustafa Kemal ve arkadaşları. Kör topal Cumhuriyet'in kazanımları var. Adalet, gelişme, daha güzel günlere gitmek gibi yeni bir kültürün buluştuğu bir sürecimiz vardı. Kazanımlar yıkılıyor ve Türkiye’de toplumsal bir çözülme var kültürel olarak ve insani ilişkiler olarak. Bunu somut olarak görüyorum. Beni yaralıyor, yakıyor yani. Ülkemiz buna müstahak değildir. Bu dalga dalga insanımıza da yansıdı, taşraya da gitmiştir. Bunu ben yaşarken hayatın içinde insan ilişkilerinde görüyorum. Beni yakan bu.

"BENİM ÜLKEMDE KONSERLER YASAKLANABİLİYOR"

Şimdi benim ülkemde konserler yasaklanabiliyor. Abuk sabuk gerekçelerle şarkı söyletilmiyor falan. Gündeminde olmuyor yönetimlerin. İnsanlar bile televizyonlarda bakıyorlar. Öyle değildi Türkiye. Bir uzun yolculuğumuz vardı. Yine yakalanacaktır bu yurdumuzda, yani daha güzel günlere... Bunu, dar bir siyasetçi ve bir siyasi reaksiyon olarak söylemiyorum. Bir yurttaş olarak söylüyorum: Eğer yurtseverlik varsa, eğer geleceği beslemeyi, daha güzel günleri savunuyorsak talepkâr bir toplum olmalıyız. Ağlaşan bir toplumuzdur biz. Ağlaşmak başkadır, talep etmek başkadır çünkü demokrasilerde. Talep eden bir toplumu oluşturmanın, biriktirmenin kavgasına girmeliyiz. Her kesimdekiler, sanattan, kültürden, iş dünyasından, emekçilerden falan yeni bir dil bulmanın ve bunu hayata geçirmenin çabasına girmeliyiz diye düşünüyorum.

"DEVLET BASKICILIĞININ DEĞİŞMESİNİ İSTERİM”

Devlet baskıcılığının değişmesini isterim. Özgür bir toplumdan yanayım ben. İnsanların özgürce gelişmeleri, insanlaşmayı daha çok besler. Yasakçılık, şiddet, baskı ve zulüm insanın insanlaşma macerasını keser. Yamyam ilişkiler ortaya çıkar. Edebi söylüyorum ama böyledir. Onun yanında tartışacak bir sürü mesele var, eğitimde, adalette, sanatta... Yani hayatın içinde çok şey var ama onlar uzmanlık alanlarının konuşmaları, her kesimin uzmanları vardır. Onların özgürce yaratmaları olarak bakıyorum."

"DOĞRUDAN 'EVET' DEDİM"

Oyuncu Halil Ergün, iktidara yakınlığıyla bilinen Sabah gazetesine Ocak ayında verdiği röportajda 2010 referandumuna ilişkin "Şimdi bazıları beni 'Yetmez ama Evetçi' olarak suçluyor ama ben yetmez bile demedim, doğrudan 'Evet' demiş biriyim" ifadelerini kullanmıştı.

Referandum sürecine ilişkin 'Yetmez ama evet' demediğini, doğrudan 'Evet' dediğini söyleyen Ergün, şöyle konuşmuştu:

"Şimdi bazıları beni 'Yetmez ama Evetçi' olarak suçluyor ama ben yetmez bile demedim, doğrudan 'Evet' demiş biriyim. Yaşadıklarımı ben bilirim o darbede. Bu adamların yargılanma maddesi bile çok önemliydi. Ben 68 kuşağındanım. Keskin bir siyasi iklimden geldim. O keskinlik yerine kucaklamayı bilmek gerektiğini öğretti hayat bana. Bugünkü siyasette kullanılan üslubu da doğru bulmuyorum. Bunu hepsi için söylüyorum, ben siyasetteki bu üsluptan şikayetçiyim."

HABERE YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
Önceki ve Sonraki Haberler