Yıldıray Oğurdan #direndemokrasi

Yıldıray Oğur'dan #direndemokrasi

Gezi Parkı eylemleri ile ilgili farklı bir yorum da Yıldıray Oğur'dan geldi.

13 gündür devam eden Gezi Parkı eylemleri hakkında her gün yeni bir yorum yapılıyor. Gazetelerin köşe yazarları tarafından sıkça ele alınan olaylara bir yorum da gazeteci Yıldıray Oğur'dan geldi. "Aslında direnen Gezi değil, Birinci Cumhuriyet’tir..." diyen Oğur "O halde bize de şöyle demek düşer: #direndemokrasi" şeklinde yeni isim önerisinde bulundu.
 
İşte o yazının satır başları;
 
EYLEMİN ORJİNALİ ADI CACEROLOZA
Tencerelerle tavalarla gürültü çıkararak yapılan protestonun orijinal adı Caceroloza. 1971’de Şili’de Allende’ye karşı kadınlar ellerinde tencereler ve tavalarla sokağa çıktıklarında bütün dünya onları çok sevmişti. Kıtlığı protesto eden sivil kadınlar yüzde yüz haklıydı çünkü. Sonra devletleştirmeye isyan eden kamyoncular çıktı sokaklara, korna seslerinin duyulmasını istemeyen Allende geri adım atmadı, ülkedeki radyo ve televizyonlardan penguen belgeseli değil belki ama bangır bangır müzik çaldı. Ülkedeki sanatçılar, aydınlar ve Batı, Castro’nun dostu “diktatör Allende”ye karşı bu sivil direnişin yanında durdu.
 
Sonuç için Pinochet’in o kibirli fotoğraflarından birini ve Victor Jara’nın bir daha gitar çalamasın diye stadyumun ortasında kırılan parmaklarını hatırlamak yeterli.
 
HAKLI OLMAK HER ZAMAN DEMOKRAT SONUÇ DOĞURMAYABİLİR
31 Mart İsyanı’nı tetikleyen de muhalif gazeteci Hasan Fehmi’nin Galata Köprüsü üzerinde öldürülmesi ve İttihatçı iktidarın katilleri bulma konusundaki gönülsüzlüğüne dönük haklı tepkiydi. Hukuk Fakültesi ve Mülkiye öğrencileri ile birleşerek Bab-ı Ali’nin kapısına dayanmış, önce cılız olan grup büyümüş, sayı 50 bine kadar varmıştı. Gençlerin tek bir isteği vardı: 1908’deki devrimin unutulduğunu düşündükleri sloganları: Özgürlük ve adalet.
 
Yani bir protestonun, tepkinin yüzde yüz haklı, ahlaken doğru bir nedenden ortaya çıkması, onun sonuçlarının siyaseten doğru, ilerici, demokrat olacağı anlamına gelmez.
 
Bu kez farklı olabilir, bilmiyoruz. Toplumsal olayların iyi ki bir kanunu yok. Verilere, alametlere bakılır ve karar verilir. Ama onu görebilmek için de gözlerinizin devrimci romantizmden, barikattan demokrasi çıkmasını bekleyecek kadar şirazesini kaybetmişlerin AKP karşıtlığından kapalı olmaması gerekir.
 
"FAŞİZM SUSMA DEĞİL, KONUŞMA MECBURİYETİDİR"
Belki de ben yanılıyorum, benim gözlerime bir perde indi. Ama gördüğüm, beni endişeli bir demokrata çeviren resim şudur: Gezi Parkı protestoları yüzde yüz haklı bir tepkiden ortaya çıktı. Polisin gaddarlığına karşı gösterilen tepki de sivil sınırları içinde kaldıkça yüzde yüz haklıydı. Söylenecek hiçbir şey yok.
 
Ama son 10 gündür gerisini söylemeye de zaten cesaret etmek zor. Çünkü son 10 gündür şu sözün ne anlama geldiğini bizzat yaşayarak öğrendik: Faşizm susma değil, konuşma mecburiyetidir.
 
"GEZİ HARİKALAR DİYARINDAN ÇIKARLARSA..."
Evet, karşımızda doğduklarından beri Erdoğan’dan başka bir Başbakan tanımamış, söyleyecek yeni sözleri (epey küfürlü), mizah duyguları olan, bu eylemlerde politik bilincini ve heyecanını yakalamış bir nesil var. 2002’den beri aynı jargonla konuşan AK Parti onlar için fazlasıyla sıkıcı, eski, köylü, karşısında çaresiz hissettiren bir iktidar duvarı artık.
 
Ama 10 gündür sosyolojik tespitleri için pastanın bu en güzel yerini kesmelere doyamamışlar, yarattıkları Gezi Harikalar Diyarı’ndan çıkarlarsa karşılarında sadece Mustafa Keser’in Askerleri’ni değil, Mustafa Kemal’in Askerleri’ni de, söyleyeceği yeni bir söz kalmamış, sıkıcı yaşlı devrimcileri de, nefret suçu işleme rekorları kıran, öfkeli ulusalcı Beyaz Türkleri de görecekler. Hatta grubun sözcülüğünü hükümet programı ve kabine listesi eksik kalmış taleplerle iktidarla görüşen o içi geçmiş, fırsatçı yaşlı kuşak yapmakta. Taksim’de sadece yoga yapan çiçek çocuklar değil, 10 yıldır komplolar denizinde yüzen Beyaz Yakalılar, yaşam tarzı ideolojisi dışında hiçbir büyük toplumsal meselenin heyecanlandırmadığı Beyaz Türkler, Paris Komünü heyecanıyla bir daha çıkmamak üzere alana yerleşmiş her türlü değişime karşı sicili “hayır”larla dolu Beyoğlu solu da var.
 
Daha da kötü haber: Taksim dışında İstanbul’un, memleketin geri kalanın kontrolü Mustafa Kemal’in askerleri ile konfederasyon bayraklı (kalpaklı-Türk bayrağı) Kemalist teyzelerin elinde. Gezi eylemcileri adına New York Times’a verilen sonra da değiştirilen “Atatürk’ün mirasçılarıyız” yazan ilan kadar uzağınızda eski rejimin ittifak kurduğunuz güçleri. Eski rejimin sadık burjuvazisinden direnişçi yaratan karanlık ise sorgulanmayı bekliyor.
 
"BU İKTİDARI TOTALİTER YAPAN NE?"
En iyi üniversitelerin akademisyenleri “Ülkemizin geleceği nottan da önemlidir” diyerek öğrencilerine finallerde tam not verip, Beşiktaş’a, direnişe gönderdi. Plazalardaki şirketler, özel üniversiteler direnişe servis kaldırdı. Sabaha kadar polisle çatışıp, sabah kalkıp takımlarını giyip plazasına giden yerli Tyler Durden’larımız oldu.
 
Ak Parti binalarını yakanlar ise ancak provokatör olabildi. Elleri bayraklı, Mustafa Kemal’in Askerleri tarafından taciz edildiğini söyleyen başörtülü kadınlara “Delilin ne, ispatla” diye hesap soruldu.
 
Peki bunca şeyi hak edecek kadar ne yaptı bu hükümet ve bu Başbakan?
 
Bundan 20 yıl önce şimdi çapulcu pankartlarıyla avlandığı dağlardan düz ovaya inen Cem Boyner’in YDH’sının, aşkın ve devrimin partisi ÖDP’nin peşine takılanların muhtemelen ortak ütopyası olan askeri vesayeti yıkmak, sivil anayasa için masaya oturmak, Kürt sorununu siyasi müzakerelerle çözmek için adım atmak mı bu iktidarı totaliter yaptı?
 
"GEZİ PARKI EYLEMİ'NE DESTEK VERENLER ÜLKEYİ YÖNETSE..."
Bundan sadece 10 gün öncesine kadar Türkiye’yi cesaretle barışa götüren, resmen ilan ettiği çözüm sürecinde ikinci aşama olan demokratikleşmeye geçmek üzere olan bir iktidar nasıl oldu da 10 günde toplumu düşmanlaştıran, totaliter bir iktidar ilan ediliverdi?
 
Herkes şu sorunun cevabını kendince bulmalıdır: Acaba Türkiye’yi bundan sonra Gezi Parkı Eylemi’ne destek verenler mi yönetse demokratik bir ülke olur yoksa Erdoğan’ı destekleyenler yönetse mi?
 
Şöyle de sorabiliriz: Askeri vesayeti yıkılmasına destek veren, referandumda evet diyen, 30 yıllık savaşı siyasal müzakerelerle çözülmesinin arkasında duran kalabalıklardan mı korkmalıyız yoksa bunların hepsine karşı çıkmışların da tam kadro içinde bulunduğu Gezi Parkı Koalisyonu’ndan mı?
 
Halk Tv’den, Ulusal Kanal’dan canlı yayınlanan devrim mi daha hayırlıdır yoksa hükümete karşı diye protestoları canlı vermeyen kanallardaki penguen belgeseli mi?
 
"ASIL DİRENEN BİRİNCİ CUMHURİYETTİR"
Ben Menderes’in idamını radyodan ağlayarak dinleyen büyükbabamın yani sessiz çoğunluğun yanındayım. Kendimi, plajları doldurup vatandaşın denize girmesini engellediği için totaliter ilan edilenlere yakın hissediyorum.
 
Gezi Parkı Ayaklanması, dindarlar ve Kürtler tarafından sessiz bir devimle yıkılmakta olan Birinci Cumhuriyet’e siyaseten veya sosyolojik olarak bağlı Kemalistlerin, solcuların, liberallerin (hatta bir grup dindarın) kurduğu yeni ittifakın soft bir karşı devrim girişimidir.
 
Aslında direnen Gezi değil, Birinci Cumhuriyet’tir... O halde bize de şöyle demek düşer: #direndemokrasi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
Önceki ve Sonraki Haberler