1943'ten 2020'ye Çankırı'da deprem gerçeği - 3

1943'ten 2020'ye Çankırı'da deprem gerçeği - 3

Ömer Faruk Eryılmaz'ın kaleme aldığı "1943'ten 2020'ye Çankırı'da Deprem Gerçeği" başlıklı yazı serimizin 3'üncü ve son bölümünü sizlere sunuyoruz.

Hasan Özgör gibi, depremi iliklerine kadar yaşayıp, kaleme alan birisi daha vardı.

Türk edebiyatının toplumcu yazarlarından, 2002 yılında kaybettiğimiz şair ve yazar Faik Baysal’dı bu.

İLGİLİ HABER
1943'ten 2020'ye Çankırı'da Deprem Gerçeği - 2 - TIKLA

Faik Baysal Kurşunlu’da askerlik görevini yaparken tamamladığı “Sarduvan” adlı eserini bastırabilmek için İstanbul’a gitmek ister. İzin alamayınca hasta raporu almak için askeri birliğinin bağlı bulunduğu Çerkeş’e gitmesi gerekmektedir.

1 Şubat 1944 gününün ilk saatlerinde fırtınanın çıkarttığı ıslıkları kulaklarında duyarken, karlara bata çıka geldiği Kurşunlu istasyonundan Posta Trenine binerek Çerkeş’e gelir. 

Gerisini yine yazarın “Rezil Dünya”(*) adlı kitabından bölümler alarak aktarmaya çalışalım;

İLGİLİ HABER
1943'ten 2020'ye Çankırı'da Deprem Gerçeği - TIKLA

“Saat dört buçukta birkaç kişiyle birlikte Çerkeş’te trenden indim. Daha da hırçınlaşan kar tipisiyle boğuşa boğuşa yürürken önümden giden birine nerede konaklayabileceğimi sordum.

- Biraz ileride Sebat Oteli var dedi. Yarım saat kadar daha yürüdükten sonra oteli buldum. Dört katlı, bir yanı kara gömülmüş hanımsı bir yapıydı burası. En üst katta ancak bir kişinin sığabileceği bir yer buldum. Yatağa uzandım, saatimi duvarda bulduğum bir çiviye astım. Aradan beş dakika bile geçmedi. Karşımdaki pencerenin kâğıt perdesi bir iki kez hışırdadı. Rüzgârın benimle şakalaştığını düşünerek aldırmadım. Nasıl oldu, ne zaman oldu anlatamam. Camın perdesi birden ortasından yırtıldı. Bir bomba patladı bir yerde sanki. Herkes deli gibi yataklarından fırladı. Bir iki saniye kadar sonra yer gök uğuldadı, karşımdaki duvar korkunç bir gürültüyle sokağa devrildi.

-Deprem, deprem!

Bütün ışıklar söndü, ortalık bir savaş meydanı gibi karıştı. Nereye gittiğimi bilmeden koştum, karanlıkta biriyle çarpıştım. İkimizde yere yuvarlandık. Bağıranlar, ağlayanlar, yalvaranlar, çığlıklar, herkes bir anda çıldırmıştı. Kırılan camlarla damdan düşen kiremitlerin gürültüsü ortasında ben de can derdine düştüm. El yordamıyla bulduğum bir kapıdan geçtim. Nereden bilebilirdim bunun ayakyolu olduğunu? Belime kadar pisliğe gömüldüm. Hemen çıktım oradan. Merdivenleri bulamadığım için aşağıya inemedim. Canımı kurtarmaktan umudumu iyiden iyiye kestiğim bir anda dördüncü kattan aşağıya uçtum. Biri dolandı bacaklarıma. Böğrüme bıçak saplanmış gibi bir acı duydum.

-Anneciğim, anneciğim!”

“Biri itti arkamdan, boş bir çuval gibi alt kata boca oldum. Çıplak insanların, kalasların, kiremit ve tuğla parçalarının arasından geçip bir sıçan gibi sıçradım bir yere. Sokak, sokak, istediğim yalnız sokağa çıkabilmekti. Dışarı çıkabilirsem belki kurtulabilirdim. Her yeri elimle yokladım, bir delik bile yoktu. Bile bile ölmek korkunçtu. Başım dara geldiğinde bazen ölmeyi çok istemiştim. Ne enayiymişim meğerse ne budalaymışım. Bütün acılara katlanmasını bilin. Sakın ölmeye kalkmayın. Kör topal olsanız da inadına yaşayın. Ölmeyi istemekten daha büyük bir sersemlik yok dünyada. Ölüm mü, hiçbiriniz bilemezsiniz onun ne olduğunu. Onu ben gördüm yalnız, Çerkeş’te, karlı bir gecede, bir otelin enkazı arasında”

“Ölüler, ölüler, içim dışım ölülerle doluydu. Biri bir kibrit yaktı. Mosmor bir yüzle karşılaştım. Oysa ben gerçek ölümün yüzünü sarı, sapsarı sanırdım hep. Bunun ne önemi vardı şimdi. Bir adım kadar sürüklene sürüklene ilerleyebildim. Kocaman bir taşın altında yamyassı bir kafa gördüm.”

“Akşama doğru askerler beni zorla çekip almışlar mezarımdan. Gezici bir revire kaldırılmışım. Ancak bir hafta sonra ayılabildiğimi öğrendim”

“Çardak köyüne yardıma koştum. Bir Çerkeş’ti burası da. Yıkılan evler, paramparça olan cami, kurtulduklarına sevinemeyen ve dondurucu soğukta ölümü bekleyen insanlar.

- Allah, Allah!… Bu iki sözcükten başka hiçbir şey duyamadım. Ekmekleri dağıttıktan sonra molozların altından ölüleri çıkarmaya başladık. Canlı olarak yalnızca üç kişi çıktı yıkıntıların arasından. Geriye kalan yüz sekiz kişi ölüydü. Sağ kalan üç beş kişiyi yanımıza alıp Kurşunlu’ya döndük. Geçici olarak hepsini camiye yerleştirdik

Daha sonra Bayramören köyüne koştuk. Devrilen sobalar yüzünden (çıkan ve bütün köyü saran büyük yangın) yüz elli kişiden kurtulan bir kişi bile yoktu.” diye anlatıyordu Faik Baysal.

Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de yanında eşi Mevhibe İnönü, Büyük Millet Meclisi Başkanı Abdülhalik Renda (Çankırı Milletvekili), Başbakan Şükrü Saraçoğlu ve diğer yetkililerle deprem felaketini yaşayan Çerkeş’e gelmiş, yaptığı incelemeler sonunda yaraların bir an önce sarılması için gereken herşeyin devlet eliyle yapılacağını söyleyerek Eskipazar ve Gerede yönüne gittiğini de o günlerin gazetelerinden öğreniyoruz. 

ismet-inonu-deprem-bolgesinde-ersan-eren-arsivi-resim-012.jpg 
15 Şubat 1944 Ulus gazetesi kupürü. Günün Cumhurreis'i İsmet İnönü, eşi Mevhibe İnönü ile birlikte Çerkeş'e gelerek yerinde incelemelerde bulunuyor. (Ersan Eren arşivi-2020)

Kurşunlulu bir başka Hasan, “Halk Ozanı” Hasan Pehlivan da boş durmuyor, bu yıkım dolu depremde, gördüklerini, yaşadıklarını, duygularını, dizelere döküyordu.

BÜYÜK FELAKETTE KURŞUNLU
1salı-Şubat 1944 depremi

Tosya, Ilgaz, Kurşunlu ilçeye,
Dolmuştu doktorla sıhhiye.
Varolsun Kızılay eyledi ihya,
Akıllara korku düştü o gece.

Çardak, Hacımuslu hem Sarıkaya
At, merkep kalmadı hep yaya,
Hak yardım eylesin Kızılay’a
Akıllara korku düştü o gece.

Mandı için, fazla döktük göz yaşı,
Yerlere serilmiş toprağı taşı.
İzinli gelmişti küçük kardeşi,
İmdadına yetişildi o gece.

Borazanlar cem borusu çalıyor,
Her taraftan kara haber alıyor
Alay komutanı imdat çalıyor,
Akıllara korku düştü o gece.

Hocahasan, Yamukveren, Sumucak,
Biraz yardım etseniz ne olacak,
Dünya duymuş daha onlar duyacak,
Uykuya dalmışlar hemen o gece.

Kapaklı etrafı dağ ile orman,
Vatanperver imiş kimseye sormam,
İlk defa getirdi yirmi iki kurban
Zedelere acımışlar o gece.

Dumanlı, Sakalin, bir de Sünürlü
Erzak getirdiler birden gönüllü.
Yeni haber almış Devrez Köpürlü
Akıllara korku düştü o gece.

Dumlupınar köyü yüzeelli hane,
Yavrudan ayrıldı pederle anne
Üstünda gömleği boyandı kane
Akıllara korku düştü o gece.

Alıç, Akseki hem de Dolaşlar,
Kızılay gönderdi türlü ilaçlar,
Bütün harap oldu evler, ağaçlar
Akıllara korku düştü o gece.

Yılanlı, Çatkese bir de Başvacuk,
Enkaz altında ana ve çocuk
Un, ekin kalmadı hepsi de açık
Akıllara korku düştü o gece.

Yabanlı’da vardır yetmiş beş ölü,
Hep açıkta kaldı büsbütün köylü
Kurşunlu ilçesi imdada yürü
Akıllara korku düştü o gece.

Bütün harap oldu ol Çama köyü,
Güzel tesbit oldu doksan ölü,
Kurşunlu ilçesi imdada yürü
Çok haneler viran oldu o gece.

Çıkmaz oldu Bozkuş köyünün sesi.
Yetişti oraya bizim ilçe reisi
Kurşunlu’dan memnun kaldı hepisi,
Karacalar yetişmemiş o gece.

Karacalar müdürlüğü o köyler.
Hareketten yıkılmıştır hep evler
Kurşunlu’dan imdat bekler zedeler
Nahyesinden mahrum kalmış o gece.

Kesildi kurbanlar, kazanlar kuruldu.
Çama, Bozkuş her köye verildi
Kurşunlu’nun ne olduğu bilindi
Akıllara korku düştü o gece.

Çerkeş, İsmetpaşa hem de Bayundur,
Kurbana kesilen koçla koyundur,
Zedelerin hakkını yiyen Çavundur
Hiç kimseyi düşünmemiş o gece.

Çerkeş çok güzel şirin bir kaza
Takdirle yazılmış bize bu ceza
Etrafı erbaası köyleri de keza
Sedaları çıkmaz oldu o gece.

Çerkeş imar olur kalmaz geri,
Bir asker çıkardık ölmemiş diri,
Kanadını germiş o sani piri
Akıllara korku düştü o gece.

Hareketi duydu, yürüdü vali.
Ondan memnun kaldı bütün ahali,
Hareket gecesi sabahı sali,
Göz yaşları fazla döktük o gece.

Mevla işlerimizi eylesün asân
Kusura bakmayın var ise noksan,
Destanın sahibi fakir-i Hasan
Minareye çıktı o gece.

Hasan FAKİR (Pehlivan Hasan)

*** 

İster “Saroz-Erzurum zonu” ister “Kuzey Anadolu Fay hattı” diye adlandırılan bu şerit hiç boş durmuyor, bazen doğuda bazen batıda bazen de orta yerlerinden vurup duruyordu.

13 Ağustos 1951'de yine orta yerinden hareketlendi şerit. Bu kez direk Kurşunlu’yu hedef seçmiş 6.9'luk gücüyle evleri binaları yıkmış, Çarşı ve Pazar camilerinin minarelerini uçurmuş, onlarca insanın ölümüne sebep olmuştu.
Hasan Özgör “SİSMOLOGIE” kitabının bir bölümünde, Çankırı Devrim Gazetesi sahibi ve yazarı Kadri Korman’ın Çankırı Memleket Hastanesi'ndeki yaralılarla görüşerek “felaketi nasıl duyduklarını ve nasıl kurtarıldıklarını” sorması üzerine aldığı yanıtlardan bazılarını da almış kitabına.

“Üç katlı ev birden üstümüze çöktü. 4 saat sonra asker tarafından çıkarıldım. İki çocuğumla karım ne oldu bilmiyorum ki…” Bu sözleriyle ağlamaya başlayan o erkek, Çerkeş’in içinden Ali Uzar’dır. Kulaklarından ve belindeki kırıklıktan muzdarip inlemektedir.

“Çeneme ağaç indi. Fakat nasıl bilmiyorum ki, uykuda idim. Yeni de evli idim. Köyümüzde Oymaağaç’ta dört ev kaldı. 34 ü yıkıldı.”

“Sabah oldu. Kalkayım da çorba pişireyim derken sallandı, sallandı ev de başıma yıkılıverdi. Ağaçlar içinde kaldım. Koynumda yatan torunum hemencecik öldü. Oğlum bana bağırdı;

- Anacuk sağ mısın? Diye… Ben de;

- Sağım, Kadirim emme Mehmet’im öldü.

İki atlı bir tatlı Mehmedim derdim ben ona!..."

Gözlerinden yaş boşanan bu ihtiyar, altmışlık nine, iki gelinini, iki oğlunu, iki kızını kaybetmiş olan Kurşunlu’nun Bozkuş köyünden Arzu Akkaya’dır.  

“Efendi şu evden çıkalım dedim rahmetliye. Çıkmadı. Evvelki zelzelede çatlamıştı ev. İkimiz bir yatakta toprak içinde kalıverdik. Köylüler bizi çıkartmak için başladılar çalışmaya. Bir ara kocam, ölüyorum Ayşe dedi. Ölmezsin korkma dedim. Yüzünü sıvadım. Fakat biraz sonra nefes kesildi. Benim de ayağımdan çeke çeke kalçamı çıkarttılar. Kurtuldum. Emme beş çocuğumla ben şimdi ne yapacağım evsiz barksız?”

“Hastanede bir de ikiz kardeşi annesiyle beraber ölmüş, kendisi de babasıyla beraber kurtulup tedavi altına alınmış 20 günlük bebek vardı. Fakat ona ne sorabilirdim ki?” 

Hiçbir şey sorulamazdı 20 günlük bebeğe. Kadri Korman da sormamıştı zaten.

Ama bizler önce kendimize, sonra birbirimize, sonra yetkililere bir çok şey sorabiliriz.

Doğudan batıya, batıdan doğuya uzanan 1500 kilometrelik “Kuzey Anadolu Fay Hattı”nın tam da üzerinde bulunan bu yerleşim yerlerindeki binaların depreme dayanıklılığı hakkında bir çalışma yapıldı mı?

Bu yerleşim yerlerinde yaşayan insanlar, deprem konusunda eğitim aldılar mı?

Yoksa yine o lanet soruyu “Kimse var mı orada?” diyen sesi duymak zorunda mı kalacağız?

(*) “Rezil Dünya” Faik Baysal, Can Yayınları 1. Baskı, Ekim 1994, 2. Baskı Haziran 2007.

HASAN ÖZGÖR KİMDİR?

1915 yılında, Hacı Osman Efendi ile, Şah Hasan Efendi’nin kızı,  Emine hanım’ın oğlu olarak Çankırı Kurşunlu’da dünyaya gelir. 7 Yaşında Kurşunlu’da ilkokula başlayan Hasan Özgör, Kurşunlu’nun ünlü öğretmenleri Şuuri bey ve Çerkeş’li Gökmen beyden eğitim-öğretim alır.

1930 yılında Kurşunlu İlkokulundan mezun olan Özgör, binbir güçlüklerle babasını ikna edebildikten sonra Çankırı’da orta öğrenimine devam eder. Babasının okumasını istemediği için harçlıkta göndermediği Hasan Özgör, annesinin fesinden söktüğü iki yirmilik altınla bir yıl boyunca Çankırı’da eğitimi görür. Çankırı Orta Okulundan sonra İstanbul Öğretmen Okulu'na yatılı öğrenci olarak kayıt olur.

Yaz tatillerini geçirdiği Kurşunlu’da babasına, ailesine yardım ederken, “sıtma”  hastalığı geçirir. Yine de 1938 yılında İstanbul Öğretmen Okulu'ndan iyi derece ile mezun olur. Aynı yılın 15 Ağustos'unda Kurşunlulu Ferdane hanımla evlenir. Çektiği kura sonucunda, Çorum ili, İskilip ilçesi’nin Karaviran yatılı ilkokulunda öğretmenliğe başlar.

1 Nisan 1940 - 27 Aralık 1941 yılları arasında askerliğini Yedek Subay olarak yaptıktan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü'ndeki öğrenimine devam ederek, 1944 yılında mezun olur. 1944-1948 yılları arasında Gerede Orta Okulunda görev yaptıktan sonra gönüllü olarak Hakkari’ye tayin ister. 1948-49 yıllarında Hakkari (Çölemerik) Orta Okulunda Müdür ve Tarih-Coğrafya öğretmeni olarak görev yapar.

1949 Yılında atandığı Erzurum’da Erzurum Kitaplığının kuruculuğunu da yapan Hasan Özgör, yeni açılan İspir Orta Okulu müdürlüğü yapar. Erzurum’dan sonra Kastamonu Taşköprü’ye atanan Özgör, “Sismoloji” kitabını da 1952 yılında burada yazar.

1955-1959 Yılları arasında Çankırı lisesi ve Erkek-Kız Sanat Enstitülerinde Tarih ve Coğrafya öğretmeni olarak görev yapar. Çankırı’dan sonra sırada Ankara vardır. 1959-1961 yıllarında Yıldırım Beyazıt Lisesi'nde, Tarih-Coğrafya öğretmeni ve müdür yardımcısı olarak çalışmıştır.

Ankara Etlik Ortaokulu'nun kuruluşunda görev alan Hasan Özgör, 1961 yılında bu okulun müdürü olur.
1967 yılında Gazi lisesine atanan Özgör 1970 yılında da Atatürk lisesine atanır.

Ağustos 1971 tarihinde kendi isteğiyle 55 yaşında emekliye ayrılan Hasan Özgör iki çocuk babası ve bir çok kitabın yazarıdır.  

Hasan Özgör 87 yaşında 2 Nisan 2002 tarihinde vefat etmiştir. (ÖFE)
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
5 Yorum
Önceki ve Sonraki Haberler