Çankırı'da çocukluğumun Ramazanlar'ı...

Çocukluk yıllarımızı ailemizin kanatları altında yaşadığımız için eski Ramazanlara özlem duyarız ve geçen her sene bu özlem katlanarak artar. Her Ramazan geldiğinde, “Nerede o eski Ramazanlar?” diye iç geçirmemiz; her geçen seneyle birlikte "kaybettiğimiz aile bireylerinden mahrum" o tadı, o güzellikleri, o huzuru bulamayışımızdandır. 
İlk orucuma niyetlendiğimde 7 yaşına henüz girmemiştim. Akranlarım da, bu yaşlarda başladılar oruca. Çünkü aile yapılarımız İslami hassasiyetler noktasında aynı idi ve alın teriyle, helal kazançla sofraya konan nimetlerle Ramazanı iliklerimize kadar yaşardık evimizde, mahallemizde ve şehrimizde… 

O zamanlar akrabalık, arkadaşlık, komşuluk bambaşka idi. Herkesin birbirine gerçek manada sevgisi ve saygısı vardı. Dayanışma, paylaşma, yardımlaşma duyguları tertemiz ve çok yüksekti. Helal lokma peşinde koşan, kıt kanaat geçinen insanlar şükretmesini bilir, maddeyi temel ihtiyaçları dışında asla önemsemezlerdi. 

Günümüzde Ramazan fırsatçılığı yaparak fiyatları yükseltenlerin aksine , bizim çocukluğuzda Ramazan indirimi yapılırdı.

cankiri-ramazanlar-metin-yilmaz-arsivi-resim-012.jpg

Ramazanda Çankırı’nın üzerine farklı bir güzellik çökerdi. Hayatımın en güzel ve huzur dolu Ramazanlarını yaşadığım Çankırı’da ikindine doğru hareketlilik artar, kara fırınların önünde pide kuyrukları uzadıkça uzar; el yaka yaka tırnaklı, susamlı mis kokulu pidesini alanlar Büyük Cami altındaki akşam pazarından Çankırı bahçelerinden gelen;  “Marullar Yedikuleeee… Yeşil soğan beyran beyrannnn..." nidalarıyla satılan yeşilliklerden ve  çaya çorbaya limonu da filesine koyarak, ağır aksak evlerinin yolunu tutarlardı.  (O günlerden aklımda kalan fırınlar: Yeni fırın, Şehir fırını, İskilip, Dört Kaşlı çiftçi , Lagudinin fırını…)

Sofra bezi serilir, üzerine ahşap tabla konur; yer sofrasına oturulurdu. Her iftar sofrasının olmazsa olmazı, tarhana çorbasıydı. Çankırı'nın iftar sofralarında etli türü az olurdu. Genelde sebze ve bakliyata dayalı yemekler yapılırdı. 
Sofra başında iftarı beklemenin zevki bir başkaydı. İftara on, onbeş dakika kala sofraya otururduk biz çocuklar. Gözümüz sofradaki yemeklerde, kulağımız top ve ezan sesinde olurdu.  Şeyh Osman Camiinden ezan okuduğunda , babam orucunu açmakta acele etmezdi. Sebebini sorduğumuzda: “Hocanın, evine gitmesini bekliyorum...” demişti. Bize sabırlı olmayı, nefse hâkim olmayı öğretmeye çalışıyordu. Zaten orucun anlamı da bu değil miydi ? 

Hoşaf (üzüm, erik, elma) sahurda olduğu gibi iftarda da vazgeçilmezdi.  Çankırı'nın milli içeceği olarak kızılcık eğşisi de, her iftar sofrasında bulunurdu. Çankırı'nın ilçe, nahiye ve köylerinden çok sayıda öğrenci tahsil hayatını Çankırı merkezde sürdürürlerdi. Bir kaç öğrenci bir araya gelerek ev kiralardı. İşte Ramazanda bu evlere mahalleli iftarda ve sahurda kendi evlatları gibi sahip çıkar, çoğu zamanda sofrasında ağırlardı. Sahurda hamur işleri yenirdi.

Mimar Sinan Mahallesi, Damlamca caddesindeki Rahmetli Ali Çavuşoğlu’nun evinde kiracı idik. Evimizin karşısında Recep Hoca'nın büyük gayretleriyle yeniden yapılan Şeyh Osman Camisinden başlamak üzere 30 Ramazan, cami cami gezerek teravih namazı kılardık. Bizim çocuk olduğumuz o yıllarda teravih saatinde hemen hiç kimse kalmazdı dışarıda, tam kadro camileri doldururdu çocuklar. 

Çocuk işte, arada bir muzurlukta edecek illaki; büyükler bunu bildiklerinden özellikle birer ikişer saflarda yanlarına alırlardı bizleri. Bazen de büyüklerimiz bizlere verdikleri değeri göstermek için elimizden tutarak imam efendinin arkasındaki ilk safa kadar getirirlerdi. Teraviye bayanlar da gelirdi, onların yeri bir perdeyle erkek cemaatten ayrılırdı. Arka saflarda yaramazlık yaptığımızda , perdenin arkasından teyzelerin bastonu uyarı olarak arada sırtımıza dokunurdu. 

Çankırı'da Büyük Cami'den okunan akşam ezanıyla ve kaleden patlatılan topla oruç açmanın tadı, huzuru ve mutluluğu anlatılmaz…

Büyük Cami her zamanki gibi Ramazanda da ayrı bir yere ve öneme sahipti ve Çankırı'da ki Ramazan canlılığın da simgesiydi. Kadir Gecesi Ramazan coşkusu tavan yapardı. Sağlık sorunları yaşayanlar ve çok yaşlı oldukları için mecbur kalmadıkça evinden çıkamayanlar bile bu özel gece için camiye koşardı…

Dönemin Çankırı Müftüsü Rahmetli Seyfullah Kotanoğlu Hocamız 30 Ramazan boyunca Büyük Camide Teravih namazı öncesi vaaz verirdi. Cuma vaazlarında da Büyük Cami tıklım tıklım dolardı ancak Teravih namazına hanımlar da iştirak ettiği için, cami dolarken de, boşalırken de çok daha büyük bir kalabalık dalgası olurdu. Kotanoğlu Hocanın vaazı o kadar tesirli idi ki; kimi zaman cemaat göz yaşlarına boğulurdu. Ramazan harici camiye gelmeyen bir çok Çankırılının bu vaazların bir neticesi olarak namaza başladığı da o dönem yaygın olarak söylenirdi. 

Bir gün benimde teravih namazında olduğum Büyük Cami'de hanımlara çok kızdı Kotanoğlu rahmetli… Hanımlar namaza bilezikleri ile geldiklerinden, namaz boyunca eğilip kalktıkça istenmeyen bir şıngırtı sesi hâsıl oluyordu… Vaaz kürsüsünden açtı ağzını, yumdu gözünü “Bilezikle camiye gelmemelerini” istedi hanımlardan. Hakikaten o günden sonra sesi bilezik şıngırtısı duyulmaz oldu Büyük Camide… 

eski-ramazanlar-metin-yilmaz-arsivi-cankiri-resim-012.jpg

Çankırı’nın 60’lı, 70’li yıllarında Mimar Sinan mahallesindeki Yeni Cami’de meşhur bir Jet İmam vardı ve gençler çoğunlukla teravih namazını onun camisinde kılarlardı. Bu Teravih namazının hızlı kılınması bazen öylesine abartılırdı ki; es kaza cemaatte yaşlılar varsa, yarışta tur bindirilen atletler gibi gençler secdeden kalkarken yaşlılar secdeye ancak inebilirlerdi. İlk tespih namazımı Jet İmam’la kıldığımı da hiç unutmam. İplik Pazarı Camisi de benim hatimli teravih namazı kıldığım ilk camidir.

Ramazanın kış aylarına rastladığı 1960'lı ve  1970’li yılların başında televizyon esareti henüz başlamadığından teravih namazı sonrası yapılan ziyaretlerin, sohbetlerin, kapı önü muhabbetlerinin keyfine doyum olmazdı. Mutlaka yatılarak, sahura kalkılırdı. Sahura "temşüt" denir; yapılan hamur işlerinin kokusu burnumuza geldiğinde sahur vakti olduğunu anlar ama annemin yatağımızın baş ucuna gelmesine kadar bekler, kalkmazdık. Sahurun apayrı bir güzelliği vardı. Davulcular maniler söyleyerek dolanırken; hemen her evde sahur için hazırlanan gözleme ve balık ekmeklerden davulcuya ikramda bulunulur, arada harçlık verilirdi. Bekçilere "Bekçi Baba” denir, onun öttürdüğü düdük mahalleliye büyük güven verirdi. 

Ramazandaki tek mekanik unsur iftar ve sahur saatlerinde özel programlar yapan TRT radyosu idi. Saatli Maarif takviminde ezan saatleri yazılı da olsa, Ramazan imsakiyeleri her evin mutfağında mutlaka asılı olurdu. Orucu açmak için mutlaka Kale'nin altındaki kulübeden atılan topun sesi beklenirdi. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
3 Yorum