Ömer Faruk ERYILMAZ

Ömer Faruk ERYILMAZ

Bokluk!*

Sadece kendi komşularının, kendi köyünün, değil, komşusu olmayan evlerde oturanların,  yakınlardaki diğer köylerin de baş belasıydı adam.

Herkes “İllallah” diyor ama “Benden değil, Allahın’dan bulsun” diye beddua edip, evine giriyor, kapısını da sessizce kapatıyordu.

Hırsı, aklının on metre önünden giden adam, hayvanlarını komşularının bağlarına, bahçelerine salıyor, diğer köylülerin tarlalarını bastırıyor, yaşlı, kadın, çocuk demeden insanlara hakaretler edip, dövdüğü bile oluyordu.

Cami önünde pinekleyen ihtiyarların önlerinden geçerken, canı isterse selam veriyor, canı istemezse yüzlerine bile bakmıyordu.

Muhtarlık seçimlerinde tüm oyların kendisine verilmesi için olmadık baskılar, tehditler savuruyor, baktı seçilemedi, seçilen muhtarı en kısa zamanda sağlık sorunlarını falan bahane ettirip, istifaya zorluyor, yine kendisini seçtirtiyordu.

Bir sabah komşusunun bokluğuna, göz koydu adam.

Bu bokluk benim” dedi, komşusu ihtiyara.

Yaşlı, kimsesiz, fakir, gariban, ihtiyar, tek laf etmeden evine girdi.

Bir taraftan umarsızlığın girdabında ağlıyor, bir taraftan burnunu çeke çeke sandığın diplerinde bir şey arıyordu.

Neden sonra, kafasını kaldırıp, kalktı sandığın başından.

Elinde bir tomar kağıt vardı, caminin önüne geldiğinde.

Komşular, sizler de biliyorsunuz ki, bu bokluk, dedemden beri bizim. Ahan da tapuları.” dedi.

Kimse dönüp bakamadı yaşlı adamdan yana.

Kimse “Evet, o bokluk sizin ailenizindir.” diyemedi.

O günden sonra, ineğinin, eşeğinin dışkısını korka korka attı bokluğa ihtiyar.

Adamsa, çoktan yerleştirmeye başlamıştı kağnısını, çalı çırpısını, bokluğa.

xxx

İhtiyarın elinde tapuların olduğunu duydu adam.

Bir solukta arzuhalcinin yanına koşup, “Bokluk benim ailemindir, yıllardır biz kullanırız, şimdi bile benim eşyalarım duruyor orada, istersek köylü de buna şahit olacaktır.” diye bas bas bağırıp, yazdırdı istidasını.

Kaleminden kan damlayan arzuhalci, adamın ağzından çıkanları usulüne uydurup,  sayfalarca uzunluğunda yazdığı dilekçeyi, “söz konusu taşınmazın tapusu her ne kadar sehven komşum ihtiyarın adına çıkartılmış ise de, hatanın düzeltilerek, mağduriyetimin önlenmesine karar verilmesini yüce mahkemenizden saygıyla arz ederim” diye bağladı.

xxx

Günlerden bir gün postacı geldi caminin önüne. İhtiyarın eline bir kağıt tutturup, “Abıca mahkemen var, sali günü ilçede ol” dedi.

Candarmayı, ormancıyı, tahsildarı bilen ihtiyar,  mahkemeyi görmemişti bu yaşına kadar.

Yine yaş geldi gözlerinden, yine sessizce ağladı.

xxx

Mintanını, ceketini giydi sabahın köründe. Lastik ayakkabılarını geçirdi ayağına. Kasketini taktı kafasına.

Şosenin kenarından yürümeye başladığında gün ışımamıştı daha.

İlçeden gelen sabah ezanı sesini duyarken, yanından geçen atlının küfrünü işitti yüreğinin derinlerinde.

O bokluk benim olacak!” diye bağırıyordu adam.

xxx

Kendi adını, babasının adını, doğum yılını sordu hakim. Kafasını kaldırsa da, sesini duyduğu hakimi göremedi.

Yaz kızım” dedi hakim.

Ayağa kalk amca” dedi, omzu sırmalı mübaşir.

Gereği düşünüldü, çıkmaz ayın son Çarşambası, kuşluk zamanı keşif yapılmasına. Keşif masraflarının davacı tarafına bırakılmasına, duruşmanın, Şubat’ın 30 una bırakılmasına…” diyerek bitirdi sözlerini hakim.

Çıkabilirsin amca, bizi köyde bekle” dedi mübaşir.

O gün bekledi, sonraki gün bekledi, daha sonraki gün bekledi, bekledi de bekledi adam.

Taki, Amerikan yardımı, İkinci Dünya Savaşı artığı o cipin bokluğun önünde durduğu güne kadar bekledi ihtiyar.

Ellerindeki  metrelerle, ölçüp biçiyorlar, kendi aralarında konuşup duruyorlardı gelenler.

Adamın şahitleri sırayla gelip;

Bu bokluk, bu adamındır. Çünkü ben ne zaman bu köye gelsem, bu adamı, bu bokluktan sağa sola, bok atarken görürüm”

Bu bokluk, bu adamındır. Çünkü ben ne zaman bu köye gelsem, bu adamı bu boklukta, boktan işlerle uğraşırken görürüm” gibi ifadelerle, bokluğu adama yamamaya çalışıyorlardı.

Hakim, iki de bir dönüyor, “Amca senin şahidin yok mu? Onları da dinleyelim.” diye ihtiyara soruyor, ihtiyarın düşük omuzlarının üstündeki kafadan sadece ıslak bir şekilde “Cık” sesi duyuluyordu.

Adamın şahitleri, “Dayımın öldüğü seneydi” “Tahsildarın vurduğu yıl idi” diye dursunlar, hakim ha bire ihtiyara dönüyor, “Amca senin şahidin yok mu?” diye soruyor, ihtiyardan ha bire ıslak “Cık” yanıtını alıyordu.

Bu “Cık” lardan birinin hemen sonrasında, sert bir ses duyuldu seyircilerin arasından.

Var hakim bey, bu amcanın bir değil iki şahidi var. Amcanın söylemeyi unuttuğu bu şahitler bu gün ilçedeler. Yarım saat süre verin, gidip alıp geleyim onları.” diye bağıra adam, mahkeme heyetini köye getiren Amerikan artığı cipi kullanan şofördü.

Mutlu bir şekilde kafasını kaldıran hakim, şoförle göz göze gelip “Git getir” dedi.

xxx

İki kişi indi cipten.

Hakim onlara da yemin ettirdi doğruyu söyleyeceklerine dair.

İkisi de yemin ettiler doğruyu söyleyeceklerine dair.

İnce uzun olanı söz aldı önce. “Bu bokluk, bu ihtiyarındır. Çünkü ben ne zaman bu köye gelsem, bu ihtiyarı, bu bokluğa atılan bokları temizlerken görürüm” dedi.

Eli ayağı yağ-küf içinde olan kısa boylu tıknaz olanı söz aldı bu kez. “Bu bokluk, bu ihtiyarındır. Çünkü ben ne zaman bu köye gelsem, bu ihtiyarı, bu bokluğu bokluktan kurtarıp, gül bahçesine dönüştürmek için uğraşırken görürüm” dedi.

Bunlar da kim, bunlar bizim köyümüzü nereden biliyorlar?” diye bağıran adamı susturdu hakim.

İnce uzun boylu şahit, “Eğer bu bokluk, bu ihtiyarın değilse, ahan da şu bıyıkları keserim” diyordu seyircilere.

Eli ayağı küf pas içinde olan şahit,  “Üç’den dokuza şart olsun, bu bokluk ihtiyarın” diye bağırıp çağırıyordu.

xxx

Mahkeme salonundaki sessizliği yine mübaşir bozdu.

Herkes ayağa kalksın mahkeme başlıyor” dedi.

Hakim sırtında cüppesiyle ve de tüm heybetiyle aldı yerini. Katip aralarında kopya kağıdı olan iki ak kağıdı taktı makineye.

Yaz kızım” dedi hakim.

Yerinde yapılan keşif, görevlendirilen bilirkişilerden gelen rapor ve dinlenen şahitlerin ifadelerine, sunulan delillere dayanarak ve de mahkememizce oluşan kanaate istinaden, arsanın ihtiyarın malı olduğu anlaşılmış, tapuda bir değişikliğe gidilmesine gerek duyulmamıştır.

Temyiz yolu açık olmak üzere, tüm mahkeme masraflarının davacı adama bırakılmasına Türk Ulusu Adına karar verilmiştir.” diye bitirdi sözlerini.

Çıkabilirsiniz” dedi kolu apoletli mübaşir.

Amca mahkemenin loş koridorunda, tanımadığı birisine “Ne oldu şimdi bizim bokluk işi?” diye sordu.

Odasına çekilip koltuğuna gömülen hakim, bıyıkları üstüne yeminler eden ince uzun adamın, bıyıksız olduğunu görüyor, ama “üçden dokuza şart olsun” diye yemin eden adamın, hayatında hiç evlenmemiş müzmin bir bekar olduğunu bilmiyordu…

* Anadolu’da bokluğun adı, “bokluk” tur.

27.Ocak.2016
Ankara

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
1 Yorum