'Kol kırılır yen içinde kalır'...

2004 yılından bu yana, bilfiil Çankırı ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının içinde yer almaktayım. Köy derneğimizle başlayan bu yolculuk, bugün Çankırı Vakfı’na kadar uzandı. Neredeyse görev almadığım bir yapı kalmadı diyebilirim. Bu süreçte çok sayıda kıymetli insanla çalışma imkânı buldum; Her biri bana değerli bilgiler ve tecrübeler kazandırdı.

Aynı zamanda Çankırı dışındaki STK’larda da görev üstlenerek farklı yapıların işleyiş biçimlerini gözlemleme fırsatı yakaladım. Bu da bana 'karşılaştırmalı bir bakış' açısı ve daha geniş bir vizyon kazandırdı.

Bugüne kadar görev aldığım tüm Çankırı STK’larında, "Çankırı Lobisi"nin güçlenmesi gerektiğini en yüksek sesle savunan isimlerden biri oldum. Bu doğrultuda zaman zaman kıymetli dostlarımla, ağabeylerimle fikir ayrılıkları yaşadım. Ancak hiçbir zaman inancımı ve motivasyonumu kaybetmedim; kaybetmeye de niyetim yok. Zira açıkça ifade etmek gerekirse: Biz Çankırılılar, lobisel anlamda hâlâ güçlü bir karşılık oluşturabilmiş değiliz.

Siyasette bir makama gelmiş veya gelecek vadeden hemşehrilerimize destek olma konusunda oldukça zayıfız. Bu durumun altını tekrar tekrar çizmek gerekiyor. Bu konu özelinde, ilerleyen günlerde daha kapsamlı bir değerlendirme yazısı kaleme alacağım.

İstanbul özelinde baktığımızda, köy dernekleri, ilçe dernek birlikleri, federasyonlar ve Konfederasyonlar gibi birçok Çankırı STK’sı mevcut. Ancak Çankırı Vakfı’nı gerek yapısı gerek vizyonu açısından bu çerçevenin dışında, ayrı bir konumda değerlendiriyorum.

Yukarıda saydığım tüm STK’larda çeşitli kademelerde görev almış biri olarak, 'Kol kırılır yen içinde kalır' anlayışını zedelemeden bazı yapıcı eleştirilerde bulunmak istiyorum. Bu eleştiriler, birlikte çalıştığım değerli yol arkadaşlarıma ve büyüklerime yöneliktir. Ancak onların hoşgörüsüne, eleştiriye açık duruşuna güvenerek bu satırları kaleme alıyorum.

2008 yılında büyük emek ve heyecanla kurulan Federasyonumuzun (ÇANDEF) kurucularından biriyim. O dönemde başkanlığını yürüttüğüm İstanbul Çankırı Gençlik Derneği (Çan-Genç), Federasyon'un kurucu derneklerinden biriydi. Ömer Lütfi Özenç ve ekibinin ortaya koyduğu vizyon, bizleri o dönem derinden etkilemiş ve güçlü bir destek vermemize vesile olmuştu.

Ne yazık ki, yıllar içinde bu vizyonun zayıfladığını, Federasyon'un ivme kaybettiğini ve STK dinamizminin giderek sönmeye başladığını gözlemliyorum. Derneklerin asli görevinin sadece eğlenceli geceler düzenlemek, pilav günleri organize etmek olmadığını her fırsatta dile getiriyorum.

Bu konuda kendi köyüm için söylediğim bir sözü burada da paylaşmak isterim:

"Bir köy dernek başkanının başarısı, pilav gününde kazanlara giren etin miktarıyla değil; Yıl boyunca gerçekleştirdiği faaliyetler, sağladığı katkılar ve oluşturduğu etkiyle ölçülmelidir.”

Ülkemizde pek çok mesele siyaset ve bürokrasi üzerinden şekilleniyor. Ancak Çankırı derneklerinin bu alanda yeterli varlık gösteremediğini üzülerek belirtmek isterim. Gelecek vadeden siyasetçileri desteklemiyor, onları kamuoyu önünde parlatamıyoruz. Bugüne kadar herhangi bir siyasi makama gelen hemşehrilerimizin başarıları tamamen kendi bireysel çabalarının sonucudur. Oysa arkasında güçlü bir Çankırı lobisi olabilseydi, bugün çok daha fazla bürokrat ve siyasetçiyle temsil edilirdik.

Parti ayrımı gözetmeksizin, potansiyeli olan hemşehrilerimizi kamuoyunda öne çıkarabilseydik, nitelikli temsil gücüne sahip bir topluluk olarak daha fazla söz hakkımız olurdu.

Buradan açıkça sormak istiyorum: İlçe Dernekler Birlikleri, İstanbul’daki İlçe Dernekleri, Federasyon ve Konfederasyon gibi yapılar bu konu özelinde kaç defa bir araya gelerek stratejik bir yol haritası belirledi?

Cevabı içeriden biri olarak vereyim: Bugüne kadar bir kez bile böyle bir adım atıldığını görmedim. Zaman hızla akıp geçiyor. "Atı alan Üsküdar’ı geçti" sözü artık klişe değil, gerçeğin ta kendisi. Bir kırılma noktasına ihtiyacımız var. Bu nedenle buradan açık bir çağrıda bulunmak istiyorum: Adı ne olursa olsun -çalıştay, sempozyum, kurultay veya toplantı- ama mutlaka harekete geçmeliyiz...

Bu noktada, sıkça bana yöneltilen bir soruya da yanıt vermek istiyorum: Konfederasyon'la ilgili düşüncelerim neler?

Kaptan Mustafa Can’ın Konfederasyon Başkanı olması, şahsım adına büyük bir kazanım olarak değerlendirilmektedir. Kendisiyle uzun yıllar boyunca çalışmış biri olarak, vizyonuna ve liderliğine hayranlık duyduğumu ifade etmek isterim. Aynı şekilde, dernekçilik serüvenimde 2008 yılından bu yana beni her koşulda destekleyen Adem Can’ın Konfederasyon Başkan Vekili olması, güçlü bir sinerji yaratmaktadır.

Ancak eleştiriye de açık olmak gerekir. Konfederasyonun kuruluş sürecinde daha fazla istişare yapılmış olsaydı, çok daha güçlü bir başlangıç yakalanabilirdi. Özellikle İstanbul Çankırı Vakfı gibi 'Federasyon' kurma deneyimi olan yapılarla görüş alışverişinde bulunulsaydı, bu süreç çok daha kapsayıcı olurdu. Bu sayede ben de o platformda kendi görüş ve beklentilerimi rahatlıkla paylaşabilirdim.

Yönetimsel olarak ise, Konfederasyon'un mevcut yapısını doğru bulmadığımı açıkça belirtmek isterim. Yanlış anlaşılmasın, bu eleştirim Mustafa Can veya Adem Can’ın yetkinliklerine yönelik değildir. Onlar kendilerini defalarca ispatlamış değerli kişilerdir. Eleştirim, daha çok yönetim modeli ve delege sisteminin işleyişine yöneliktir.

Konfederasyon bir üst çatı örgüttür ve bu yapıda görev alacak kişilerin, başka Çankırı STK’larında aktif görev almaması gerektiğini düşünüyorum (birkaç istisna dışında).

Bugünkü mevcut Yönetim Kurulu yapısına bakıldığında, birçok ismin hâlihazırda farklı STK’larda da görev yaptığı görülmektedir. Bu da verimliliği düşürmekte, temsil gücünü zayıflatmaktadır.

Kendi üzerimden örnek verecek olursam: Eğer ben, yani Ali Karaabalı, Konfederasyon yönetimine girmeyi düşünseydim, mevcutta yer aldığım Çankırı Vakfı yönetiminden istifa etmeyi uygun bulurdum! Çünkü bu şekilde hem temsil ettiğim kurumlara daha fazla ağırlık kazandırmış olurdum, hem de zamanımı daha etkin kullanabilirdim.

Aktif olarak STK’larda görev yapan kişi Konfederasyon bünyesinde görev almak ister ise yönetim yerine komisyonlarda değerlendirilerek katkı sunabilirler. Bu da motivasyonu artırır, gönüllülüğü güçlendirir.

Ayrıca, yıllardır adeta yazılı olmayan bir kural gibi sürdürülen; İlçe Dernek Başkanları'nın veya il-ilçe Dernekler Birliği Başkanları'nın Federasyon Başkan Yardımcısı yapılması geleneğini doğru bulmuyorum. Bu görevler ciddi zaman ve enerji ister. Aynı kişiler farklı yapılarda birçok görev üstlendiğinde, maalesef ne o kişi etkili olabiliyor ne de kurumlar sağlıklı çalışabiliyor...

Bu tür yönetimsel tercihlerin bir başka sakıncalı yönü de; Konfederasyon ve Federasyon yapılarımızda sürekli aynı isimleri görmemize neden oluyor! Bu da yeni ve istekli kişilerin bu yapılar içinde yer bulmasını zorlaştırıyor, dernekçiliğe taze bir kan kazandırılmasını engelliyor...

Bu konuda daha pek çok düşüncem var. İmkân buldukça, bulunduğum ortamlarda ve platformlarda bunları paylaşmaya, konuşmaya devam edeceğim.

İnanıyorum ki; Ortak akıl ve samimiyetle yürünecek bir yol haritası, doğru bir yapı modeli ile birleştiğinde, Çankırı insanımızı hak ettiği yere hep birlikte taşıyabiliriz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
6 Yorum