
Ali KARAABALI
Ağabey...
Takvimler 2011’i gösteriyordu. İstanbul Çankırı Gençlik Derneği (Çan-Genç) olarak Kadıköy’de, küçük ama yüreği büyük bir dernek merkezimizin açılışını yapmıştık. O günlerde Mesut Ağabey (Mesut Çavdar) ısrarla bir isimden bahsediyordu:
"Mutlaka tanışmalısınız", diyordu ve devam ediyordu: "Bu adam Çankırı sevdalısıdır. Türk milliyetçisidir. Ülkücü duruşun İstanbul'daki sessiz neferidir."
Bahsettiği kişi Ömer Bezci’ydi.
Kısa bir süre sonra derneğimize gelen ilk ziyaretçilerden biri oldu. Oturduk, tanıştık, sohbet ettik. Ama bu tanışma yalnızca bir selamlaşma değildi; yıllara yayılan bir ağabey-kardeşlik bağı doğdu. O bazen bana sarı kart gösterdi, bazen kırmızı... Ama hiçbir zaman oyundan atmadı. Ben de o takımdan hiç ayrılmadım, saygımı eksiltmedim. Çünkü bilirdim ki O'nun mücadelesi şahıslar için değil, millet, gençlik ve vatan içindi.
Ömer Ağabey, Milliyetçi Hareket Partisi'nin Beşiktaş teşkilatında bizleri ve onlarca hemşehrimizi partiye kazandıran, kadroları besleyen gerçek bir teşkilatçıdır. 2014 yılında Orta’da yüzde 40 oy alarak "Ben geliyorum" demişti. O seçimde ipi göğüsleyemedi belki ama oradan bir mağlubiyet değil, bir kut anlayışı çıkardı. Çünkü o bilir ki, atalarımızın dediği gibi:
"Yolun kıymeti yalnız varmakla değil, yürürken öğrendiklerindedir."
Gençtim, heyecanlıydım. Çankırı tabiriyle "budanmaya" ihtiyacım vardı. O beni budadı ama baltayla değil; şefkatle, sabırla ve hikmetle...
2016 yılında Federasyon yönetimine aday olmamız konusunda bizi en çok teşvik eden yine Ömer Ağabey oldu. O geceyi hiç unutmam: Yenibosna’da, saat 01:00’de bir çorbacıdaydık. Projelerimizi anlattık.
Dikkatle dinledi, sonra ayağa kalktı ve "Yürüyün gençler! Bu toprakların sizler gibi delikanlılara ihtiyacı var. Biz size ağabeylik yapacağız." dedi.
O söz yalnızca bir nasihat değil, bir bozkurt uluyuşu gibi içimizi titreten bir çağrıydı. O geceden sonra yalnızca birer aday değil, birer nefer olduk. Seçimleri kazanamadık belki ama dostluğu, omuzdaşlığı ve ağabeyliği kazandık.
İstanbul’daki Çankırılı ülkücüler için birlikte çok çalıştık. 2018 Şubat’ında Pendik Green Park Otel’de düzenlediğimiz bin 500 kişilik "Büyük Çankırılı Ülkücüler Buluşması", hâlâ belleğimde bir gurur tablosu olarak asılı durur. O gün biz bir ordu değil, bir oba gibiydik. Herkes elini taşın altına koydu. Rahmetli amcam Şaban Karaabalı, Sabri Çakır "atom karınca" gibi çalıştı. Kaptan Mustafa Can ise yaptığı konuşmayla salona yürek üfledi.
2018 Mart'ında yapılan Federasyon seçimlerinde tekrar seçilemeyince sosyal hayatımda bir boşluk oluştu. Çan-Genç'le birlikte Federasyon defteri de benim için kapanmıştı. Ancak o dönemde, üniversite yıllarında gençlik kolları başkanlığını yaptığım Çankırı Vakfı’na bu kez Genel Sekreter olarak döndüm. Bu geçiş, yine Ömer Ağabey’in önerisi, Kaptan Mustafa Can’ın oluruyla gerçekleşti.
Projelerimi, fikirlerimi Vakıfta gerçekleştirebilecektim. Çok heyecanlıydım. O da bunu fark etmişti. Çünkü Ömer Ağabey’in en büyük meziyetlerinden biri şudur:
Yeni nesli, altyapıdan çıkarılan cevher gibi görmek…
Her genç, toprağa atılacak bir tohumdur; içinde nice potansiyel saklıdır.
Doğru zamanda doğru toprakla buluşursa, o tohum büyür;
Kök salan bir çınara, gölgesinde bir milletin nefes aldığı ulu bir ağaca dönüşür.
Bu anlayışı, her zaman Başbuğ Alparslan Türkeş’in şu sözüyle temellendirmiştir:
"Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, kendinde daha büyük işler yapmak için kuvvet bulur."
Sonraki dört yıl boyunca Çankırı Vakfı çatısı altında, Çankırı’nın sivil toplum dünyasına örnek teşkil edecek projeleri birlikte yürüttük.
Resim çalıştayları, gençlik zirveleri, Tonyukuk Yılı özel etkinlikleri, Türk Hun kurultay katılımları, akademik açılışlar, mentörlük programları, yayınlar, sosyal medya projeleri, iş dünyası buluşmaları…
Ne yaptıysak, samimiyetle, inançla ve ruhla yaptık.
Bazı insanlar zamanı değil, insanı kurtarır.
Onların adı tarihe değil, gönüllere kazınır.
Ve Ömer Ağabey işte o insanlardandır.
Fakat bilirim ki; Kafasının bir köşesinde hep Orta vardı.
Lise çağlarına kadar Almanya’nın soğuk, gri sokaklarında büyümüş bir çocuktu.
Hayatın karmaşasında bazen yalnız, bazen gurbetin diliyle suskun kalsa da, babasının anlattığı memleket hikâyeleriyle ısınırdı. Zihninde bir yurt kurmuş, bir köy camiinin avlusunda, bir bayram sabahının serinliğinde, bir meşe sobasının çıtırtısında hayallerini büyütmüştü.
İstanbul’un kalabalığında, hayatın yükü omzuna ağır geldiğinde, aklına hep Orta’nın sarı bozkırı düşerdi. Rüzgârla savrulan toprak kokusu, annesinin dizinde dinlediği içli türküler, dedesinin ak sakallarıyla ettiği dualar...
Orta onun için yalnızca bir yön değil;
Kök saldığı toprak,
Sığınabildiği yurt,
Bir gün dönmek üzere içinde büyüttüğü sessiz bir YEMİNDİ.
Ve kaderin garip cilvesidir:
Orta Asya’dan yola çıkan Türk milletinin izleri, Anadolu’da bir ilçede yeniden şekillenmişti: Orta.
Ve bir Türk milliyetçisinin gönlünde bu iki "Orta" biri tarih, biri toprak bir milletin kökleriyle gövdesi gibi birleşmişti.
Orta, belki yalnızca bir ilçe adıydı.
Ama bu topraklarda köy isimleri bile tesadüf değildi.
Bayındır'dan Dodurga'ya, Salur’dan Büğdüz'e kadar onlarca köy; Oğuz’un 24 boyunu hatırlatır gibi dizilmiştir Orta’nın etrafına.
Her biri, at sırtında gelen bir soyun, otağ kurduğu bir milletin izini taşır.
Sanki Dede Korkut'un destanlarından bir sayfa kopmuş, bu coğrafyada yeniden yazılmış gibidir.
Ömer Bezci işte bu köklerin evladıdır.
Ve şimdi O, atalarının kurduğu obaların yurdunda;
Sadece yol değil, iz;
Sadece hizmet değil, hatıra;
Sadece gelecek değil, geçmişle yoğrulmuş bir diriliş inşa etmektedir.
Bugün Ömer Bezci, Orta’da yalnızca yol yapmıyor; birlik inşa ediyor.
Yalnızca kaldırım döşemiyor; umut örüyor.
Yalnızca belediye başkanlığı yapmıyor; tarihin ruhunu bugünün gençliğine emanet ediyor.
Orta Organize Sanayi Bölgesi'ne kazandırdığı fabrikalar, ilçenin istihdam nefesini genişletiyor.
Düzenlediği "Büyük Orta Festivali" ise köy köy, oba oba ruhu yeniden canlandırıyor.
Yarın, Orta’nın köylerinde akan sular tertemiz olacaksa...
Bir çocuk kütüphanede kitap karıştırırken gözlerinde yıldızlar parlayacaksa...
Gençler köyünü terk etmeyip toprağına yatırım yapacaksa...
Bilin ki bu tohumun adı Ömer Bezci, bu emeğin adı vatan sevgisidir.
Sessiz ama sağlam,
Mütevazı ama derin...
İşte Ömer Bezci’nin yürüdüğü yol budur.
Orta'dan başlayan bir hikâye, Orta Asya'dan gelen bir ruhla yeniden yeşermektedir.
Saygılarımla...