'Masal' de geç!

Mutlu pazarlar dileyerek başlamak istiyorum yazıma... Zira yazının sonunda aynı ruh halini korumak bir hayli zor olacak...

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde; Anadolu'nun el değmemiş, insani değerleri canlı ama menfaat değerli baskın yaşayan şehirlerinden birinde kel, haram yemekten göbeği şişen, yanlış bakmaktan gözleri pörtleyen, gördüğü her dişiye donu düşen, yaptığı her hırsızlığı arsızlıkla, memlekette yaşanan adamsızlık enflasyonuyla bir üst makama atlayarak kutlayan, kara çekirge yüzsüzlüğünde olan, arada bir memlekette yaşanan olağanüstü durumları düzeltecek kahramanı oynama heyecanı ile aklı şaşan bir zavallı varmış!

Ama daha da garibi bu masal ülkesinde öyle şeyler yaşanıyormuş ki; yaşananların etkisi adamsızlıktan adam sayılan bu zavallıyı bile şoka sokup, herkesin korkudan yüzüne söyleyemediği gerçekleri kendi ağzından itiraf ettirir hale getirecek kadar derin travma yaşatıyormuş...

Devletin âli çatısı altında üstelik divanı hümayun salonunda, üstelik mesai saatinde, üstelik padişahının odasının yanındaki salonda, üstelik anadan ürüyan soyunup aşkı meşk yapan maaşlı tayfa vukuatı mı dersin?

Bu masal şehrinde yaşananları ayık kafayla kaldırmayı, şehrin ortasından geçen, kıyısında balinaların, içinde dinazorların yüzdüğü meşhur derenin çevresine kokulu ot ekip biçen, sonrasında kurutup içen, memleketin çocuklarını duman eden temizlikten sorumlusu dahi varmış!

Tüm bunlara göz kulak olacak, çekip çevirecek, "aman ben buradayım, akıllı olun" diyecek Filiz Akın sarısı saçlı hatunun, Necdet Tosun endamlı kocasının hekim başlarına hükmüyle "şimdi değil 30 gün daha dinlen deyip, 7 bin 500 akçe daha haram ye" reçetesi yazıp bir türlü iyileştiremediği başka bir şehrin semalarından bu masal şehre sözüm ona göz kulak olmaya çalışanların yarattığı şoka mı dersin!

Ve tüm bunların yaşandığı çatının çobanı gibi görünen, olduğu yerin sarhoşluğuyla 32 dişin sergilendiği fotoğraflarla 7 kat arşı aladan henüz yeryüzüne inemeyen, mahallenin nihayet cematül dervişhanı, 'rabbena hep bana' diyen büyük emekçi, 'bağışla, al, yap, sat' mantığıyla çalışan inşaat sektörünün duayenlerinin önce samisi, sonra hamisi, daha sonra da paylaşımcısı olan, kara gemi yüzdürüp, asfaltta uçak uçuran yaratıcı zekadan kurtulmanın sevinciyle "bizim oğlan bir davul yakaladı bir tokmak da vurmak benim hakkımdır" edasıyla sahip çıktığı olayların şokundan mıdır bilinmez!

Kısaca bir bilinenin, binlerce bilinmezin olduğu bu masal ülkesinde yaşananların dozu, şehrin atmosferini kaplayacak kadar yoğunlaşmış ki birilerini karakola, sorguya, savcıya, hakime çektirmeden "işte o donuna, tumanına, uçkuruna, eline, diline, beline hakim olamayan, ben olmaya bendim ama bunu hangi cüretle algılar, hangi cesaretle etiketler, nasıl söze kaleme dökersin" diyecek kadar atmosferin dozu yüksek anlaşılan.

Bu da değişik bir kafa olsa gerek! Bir ucu Asya bir ucu Avrupa'da olan ülkede, aynı vasıfları taşıyan yüzbinler olmasına rağmen "bu vasıflar bana ait" diyecek kadar fedakar ve cefakar bir kafayı bizim anlamamız için bi çoook fırın ekmek yememiz lazım!

İşin kötüsü şu ara diyetteyim.

Malum yaş da 50'ye dayandı... Vücut artık kilo yapıyor ve ben de üstüne üstlük sporla uğraşmaya kısa bir mola verdim!

Dönüşte kilolu olmamak lazım!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.