"Ankara’nın yanı başında çok güzel ve ucuz bir şehrimiz Çankırı"

Ulus gazetesi çevirmen ve yazarı Yaşar Nabi, 3 Temmuz 1937 tarihinde Çankırı’ya tenezzüh treniyle seyahat ederek, “Ankara’nın yanı başında çok güzel ve ucuz bir şehrimiz Çankırı” başlığıyla bir yazı kaleme alır. Yaşar Nabi’nin, oldukça uzun Çankırı gezi notlarının özeti:

cankiri-tanitim-gazete-kupuru-resim-055.jpg

"Devlet Demiryolları’nın yaz mevsiminde Çankırı’ya tertip ettiği Tenezzüh trenleri dört senedir Ankara halkından hep aynı geniş rağbet ve alakayı görmekte devam ediyor. Geçen pazar Haziran başından Eylül’e kadar sürecek olan Tenezzüh seferlerinin dördüncü haftasıydı. Azami haddinde vagon takılmış olan tren, gene tıklım tıklım kalabalıktı. Eğlence yerlerinin ve gezmeler için teşkilatlanmış güzel tabiat köşelerinin azlığı ve çeşitsizliği Ankara halkını pazar tatilleri için bir yenilik imkânı getiren bu tenezzüh seferlerine bir mıknatıs gibi çekiyor.

3 yıl önce görmüş olduğum Çankırı’yı bir kere daha gezmek ve bu kısa müddet zarfında intibalarım arasındaki farkları kıyaslamak için dokuz saatlik bir tren seferini bütün güçlüklerini ve yorgunluklarını göze almaktan çekinmedim. Bu teşebbüsüme karşı ilk engelin hareket saatinin 7.45 olması teşkil ediyordu. Trenin 12’yi 10 geçe Çankırı’da bulunması ve bu suretle yolculara yemeklerini sıcak bir vagonda değil, serin bir ağaç altında yemek fırsatını vermesi arzusu hareketin bu kadar erken olarak tespitini zaruri kılmış. Buna, diyecek yok… Fakat senelerden beri güneşin doğuşunu görmek fırsatını bulamamış bir insan için eğlence maksadıyla da olsa, bu kadar erken saatte kalkış hiç de kolay olmuyor. Ve yataktan zorla kalkan baş, birçok defalar “uyku daha tatlı değil mi?” düşüncesiyle gene yastığa düştükten sonra nihayet iradenin zoruna boyun eğiyor. Fakat bu tereddüt ve "daha vakit vardır…” diye kendini oyalama, yolcuyu trene yetişememek tehlikesine de maruz bırakabilir. Bizde bir otomobilin yardımıyla ancak trenin kalkmasına 5 dakika kala istasyona yetişebildik.

Tarife sudan ucuz ve mevki farkı pek cüzi olduğu için tabi rahat etmek maksadıyla birinci mevkie rağbet ediyoruz. Fakat bunu yaparken, aynı rahat düşkünlüğünü göstermek açıkgözlülüğünde bulunanların az olmayacağını hatırdan çıkarmak biraz sonra bizi hakikatle karşı karşıya bırakıyor. Birinci mevki kompartımanlarında boş yer yok. Esasen bütün mevkiler nizami hadlerinden fazla dolmuş. Gardüfren bize 4 kişinin rahat etmek üzere yerleşmiş olduğu bir kompartımanı açıyor. İçerdekiler boş yer bulunmadığını nezaketle ihtar ediyorlar fakat ayakta kalmış yolcularını yerleştirmek zorunda olan vazifeşinas memur, bütün kompartımanların sıkışık durumda olduğunu söyleyerek bize yer açıyor.

yasar-nabi-nayir-cankiri-resim-03.jpg

Hava serin ve mesafede pek uzun olmadığı için 6 kişi geniş kompartımanda rahat yolculuk yapabiliyoruz. Bu kadar kısa mesafe içinde birçok zenginliğe bürünen gözlerimizin bütün renk ve ufuk hasretini duyurarak, vagon pencerelerinden zevkle izliyoruz. Manzara hakikaten enteresandır. Kayaş’ı geçtikten sonra Kalecik civarına kadar hakiki bir peyzaj içindeyiz. Ekinler kısmen biçilmiş. Kalanları sapsarı fakat umumiyetle boyları iki karışı geçmiyor. Fakat daha Kızılırmak’ı görmeden önce suyun toprak için nasıl bir hayat kaynağı ve ne büyük bir nimet olduğunu manzaranın sihirli bir değnekle dokunulmuş gibi birdenbire değişmesinden anlıyoruz. Yeşil, bozkır çocuklarının en büyük hasreti ve sevgisi yeşil yer yer koyulaşarak ve açıklanarak türlü nüans değişiklikleri arasında gözlerimizi fasılasız okşamaya devam ediyor ve az sonra bu yeşil ortasında, kızıl sularıyla bir tezat teşkil eden Kızılırmak’ın ağır bir akışla kıvrıla kıvrıla kah yaklaşıp, kah uzaklaşarak önümüzden sürüldüğünü görüyoruz. Fakat sudan uzaklaştığımız zamanlarda etrafımızdaki yeşillikten Yaratıcı kudretin bizden pek uzakta olmaması lazım geldiğini hissediyoruz.

Kalecik istasyonunda kalabalık köylüler vagonlara koşuyor. Kayısı, armut, erik, türlü yemişler sepetler veya kesekâğıtları içinde pencerelere uzanıyor. Ve buradan atılan nikel bronz ufaklıklar mukabilinde vagonlar bir hayli yemiş yükleriyle yeniden yola koyuluyor. Satıcılar arasında ayran ve bir nevi köy pidesi satanlar da var. Fakat pek bol ucuz yemişlerine serin gölgeliklerine rağmen Kalecik’e inen pek az oldu. Yeşil bolluğu, Kalecik’ten sonrada bir hayli devam ediyor. Beyaz ve sarı kır çiçekleriyle bir Bursa hayalini canlandıran yerlere bile rastladık. Fakat biraz sonra yeşili derece derece kaybedişimiz bize bir müddettir görmediğimiz Kızılırmak’tan hayli uzaklaşmış olduğumuzu haber veriyor. Kompartıman arkadaşlarımız milli mahsullerin ülkülü tüketicilerden olacaklar ki, vagonda yemişlerin hiçbiri eksik olmadı. Ve üzerine her istasyondan maşrapa maşrapa soğuk ayranlar içildi.

Nihayet tam ilan edilen saatte Çankırı’dayız. İstasyonda bir bayram yeri manzarası bizi bekliyor. Çünkü şehrin hayatında büyük bir hadise olan bu tenezzüh trenlerinin gelişi bütün Çankırılıları istasyona çekmek için kâfidir. Hat boyunca bir kilometrelik mesafe insanlarla örülmüştür. Binlerce Çankırılı baş şehirden gelen vatandaşlarını zevkle seyretmek için buraya gelmiş.

cankiri-gazete-kupuru-metin-yilmaz-sozcu18-resim-012.jpg

Eğer Çankırı’nın acemisi değilseniz mesele yoktur. Yemeklerinizi yemek ve gününüzü geçirmek için gideceğiniz yerler esasen sizce malumdur. Fakat şehrin tamamen yabancısı iseniz, bilenlere danışmadan kendi başınıza gezmeye kalkışmayın. Birçok yerlerde olduğu gibi, gezme yerlerinin lokantalarının adam veya reklamlarını istasyonda beyhude ararsınız. Ben bu acemiliği yapmıştım. 3 sene evvelki ziyaretimde istasyona yakın olan orduevi bahçesinde iyi bir servis ve yemek imkânını bulduğum için oraya doğruldum. Fakat -işte bundan haberdar olmamam benim hatamdı- aradaki zaman zarfında Alay Çankırı’dan kalktığı için Orduevi’nin gazinosu şimdi spor kurumunun bahçeli kahvesi olmuş ve tabi burada yemeğe dair hiçbir şey bulunmuyor. Bu kahveden hayır kalmayınca, Çankırı’nın yegâne caddesi boyunca ilerlemekte devam ederseniz, karşınıza bir iki aşçı dükkânı çıkar. Yan sokaklarda da bunlardan bir kaçı vardır. İçerisinin temizliği dışarıdan biraz şüpheli görünmekle birlikte bir aralık zahmetine girmedense, herkesin bahçelere yayıldığı sırada basık çatılı dükkânın mini mini ve sıkışık masalarından birine yerleşmeyi tercih ettik. Fakat hatamızı çok geçmeden anlamıştık. Çünkü burada yemek yiyebilmek bizim için hakikaten imkânsızmış. Döner kebaptan başka ızgaralık et bulunmadığını söyleyen garson, biz istemeden önümüze döner tabaklarını yerleştirdi. Daha ilk lokma bu kebapta kullanılmış etlerin yenilir cinsten olmadığını bize anlatmıştı. Yanımızdaki masada bizimle aynı tecrübeyi yaşayan bir çiftin konuşmalarından onların memnuniyetsizliğini de anlamış olduk.

tenezzuh-trenleri-cankiri-ankara-resim-01.jpg

Etin cinsini bir yana bırakınız, asıl felaket etrafımızı saran sineklerdi. Hayatımda bu kadar ehli sinek görmemiştim. Katiyen kaçmıyorlar ve çatalınızın etrafında onlarcası birden cehennemi bir hızla şenlik uçuşları yapıyorlar. Ağırlama merasimine bu kadar samimiyetle iştirak eden hayvancıklara fena muamele etmemek bize düşen vazife idi… Çatalımızı dudaklarımıza götürürken, lokma ile birlikte ağzımıza bir sineğin girmemiş olduğundan emin olamayarak birde üzerinde maydanozlar düşmüş garip lezzetli bir pilavdan bir lokma almayı denedikten sonra en doğru hareketin bulanmış olan midelerimizi teskin için derhal dışarı fırlamak olduğunu fark ettik. Biraz aşağıda titiz bir ustanın idaresinde temiz ve zevkli bahçeli bir gazinonun bulunduğunu bilmemek, bu suretle bize öğle yemeğini haram etmişti.

Çankırı birbiri ile hiç münasebeti yok gibi görünen tamamen ayrı iki parçadan müteşekkil. Alt kısmında Cumhuriyetin eseri olan bahçeler içindeki yeni binalarla süslü kısma “Yenişehir...” diyesim, geliyor. Fakat burada yeni ve eski şehirlerarasındaki fark Ankara’dakinden çok daha bariz. Asırlık manzarasını aynen ve hiç değişmemiş hatta biraz daha haraplaşmış olarak muhafaza eden bu eski Çankırı hakikaten görülecek harika manzaralarla dolu. Yoksul, yolsuz, bakımsız Orta Anadolu’da asırlar boyunca hayatın ne kadar süfli ve hazin bir tenebbüt (büyüme) içinde geçmiş olduğunu hiçbir şey insana bu tipik bozkır şehri kadar sarahatle anlatamaz.

omer-dedeoglu-husnu-uzgoren-cankiri-resim-012.jpg

Pitoresk arayanları hayran edecek garip, karanlık, pis, eğri büğrü sokakları ben ibret gözüyle seyrettim. Ve nereye gittiğimizi anlamak için daima başımızı çevirerek, nereden geldiğimizi bu sokakların acıklı manzarasında seyretmenin faydalı olacağını düşündüm.

Sessiz ve ıssız sokaklar... Bazılarından burnunuzu tıkayarak geçmeye mecbur kalırsınız. Bazılarında sallanan temelleri üzerinde öne eğilmiş kara tahtadan iskeletler, her an üzerinize yıkılacakmış gibi sizi tehdit eder. Hiçbir tekerlekli vasıtanın çıkmayacağı eğri büğrü daracık yokuşlarda eşeklerin evlerin kapısından içeri girdiğini görürsünüz. Belli ki senelerdir bu sokaklara tamirci ve usta eli değmemiş. Yıkılan, yıkılmaya meyleden olduğu gibi mukadderatına terk edilen bu muhitten bir an önce uzaklaşmak ihtiyacı, arsalarından istifade içinde olsa onları yıkmak lüzumunu sahiplerine hissettirmemiş. Ve bu korkulu mahallelerin bazıları meşum bir devrin şeamet müzesi gibi yer yer terk edilerek büsbütün insansız kalmış. Mümkün olsa ve bu çürük binaların mukavemeti olsa da burasını büyük inkılap müzemizin bir tamamlayıcısı olduğu gibi olarak muhafaza edebilsek… Yarının çocukları için çöken ve kaybolmakta olan bu manzarayı görememek hakikaten bir mahrumiyet olacak. Çünkü ondan büyük dersler çıkaracaklardı.

Tipik bozkır şehrini topraktan daha bol bir şey yokken bir tepenin yamacına, evler adeta birbirinin üstüne binerek, saçakları birbirilerinin üstüne çıkarak, sokak diye daracık geçitler bırakarak sıkışan, istifleşen şehri nasıl izah edebiliriz? Ben bu sıkışıklığın, bu destekleşmenin sebebini eski devirlerin karakteristiği olan emniyetsizlikte aramak istiyorum. Hava ve güneş ihtiyacından azami fedakârlığa katlanmaya insanları can tehlikesinden başka ne mecbur edebilirdi?

Şimdi inkılap rejiminin memlekete temin ettiği sayısız iyiliklerin başında bulunan mutlak emniyet bozkır şehrini andıran sığınağından çıkarak havaya ve güneşe ilticaya teşvik ediyor. Eski şehrin bir kütle gibi kesildiği yerden aşağıya doğru bahçelerin arasına serpilen bu kerpiç fakat zevkli ve beyaz evler gitgide karşı sırtları da işgal ederek yeni Çankırı’yı vücuda getiriyor. Üç sene içinde imar hususunda göze çarpan farklar, pek kısa bir zaman sonra istasyonun iki tarafında modern şehrin meydana çıkacağını müjdeliyor.

Küçük Çankırı’nın birçok bahçeli kahveleri var. Bunlardan birinde müzikte dinledik. Bir şehrin ne kadar ucuz olduğunu anlamak için lütfen Çankırı’ya kadar giderek oradaki ucuzluğu görünüz. Bir kahve veya gazinoda bir şişe maden suyu ile 2 gazoz, 1 kutu konserve, peynir, yumurta, ekmekten mürekkep bir yemek yedikten sonra 'konserve ve maden suyu gibi dışarıdan gelen' maddelere rağmen sizden istenilen paranın yalnız '60 kuruş olduğunu görerek' hayretten hayrete düşersiniz. Pahalı bir şehirden gelen yabancılardan fazla kazanmak fırsatı Çankırı’nın dürüst esnafını aldatmaya değil, fiyatlara meşru bir zam yapmaya bile teşvik etmiyor. Çankırı’da ev kiraları gibi, yiyeceğin de her türlüsü çok ucuz."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
1 Yorum