Özgürlük tohumları...

Burada kendimce önemli bulduğum konuları yazıp sizlerle dertleşeyim istedim. Bunlardan biri de tohum...

Tohumlar binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze ulaşmayı başarmış örnekler olduğundan, biz insanoğlu için genetik bir hazinedir.

Bir ülke için özgürlüğe açılan bir pencere olarak görür ve önemserim.

Kutsaldır çünkü…

Ülke gündemi o kadar baş döndürücü bir hızla değişiyor ki yetişmek mümkün değil.

Açıkçası bu konunun göz ardı edilmemesi adına bir çoğumuzun belki haberdar olduğu, haberi olmayanların da merak ederlerse araştırıp bulması adına, Özgürlük Tohumları (Seeds of Freedom) adlı belgeselin ismini buraya bırakıyorum.

Belgesel her ülke için küresel bir tehlikeden bahsetse de, bize dayatılan aslında gıda sektörünün, gıda ekonomisini elinde tutma çabası.

Ve maalesef artık büyük ölçüde başarmış görünüyorlar…

Slogan da şu; "Eğer petrolü kontrol ederseniz ülkeyi kontrol edersiniz, eğer gıdayı kontrol ederseniz nüfusu -dünyayı- kontrol edersiniz" 

Bunları yaparken de yaptıkları projelere "... insanlığın faydası için" diye de eklemeyi unutmuyorlar..

Tıpkı hepimizin bildiği Norveç'teki Svalbard tohum deposu gibi, diğer adı ile "Kıyamet Ambarı".

Kıyamet Ambarı'nda dünyadaki bütün bitki tohumları yer almakta ve küresel bir savaş, nükleer saldırı sırasında insanoğlunun geleceğini garanti altına almak adına yapıldığı söylense de, gerçeği bilen sadece bu işe yatırım yapanlar ve projeyi gerçekleştirenler sanırım, gerisi komplo teorisine girer. :)

Küresel işleri bir tarafa bırakalım da kendi ülkemize gelelim istiyorum. Çiftçinin-üreticinin binlerce sorunu, ne kadar zor şartlarda üretim yapıp, yok pahasına satması ayrı bir acı hikaye ama, beni eskiden beri üzüp şaşkınlığa düşüren olayların başında kendi politikalarını bize dayatıp üstüne bir de bize türkü yaptırıp düğünde dernekte oynatmaları hikayesi.

Bilirisiniz canım hani şu; "Zeytinyağlı yiyemem aman, / Basma da fistan giyemem aman, / Senin gibi cahile ben efendim diyemem aman" türküsünü.

1954’lerde yaptırıp, kendi çiftçisinin elinde kalan mısır mahsulünü almamız karşılığında, bize verilen yardımlarla zeytin ağaçlarının katledilmesi neticesinde, bu ülkenin margarinle ve çiçek yağıyla tanışma hikayesi...

Giden zeytin ağaçlarımıza mı, kendi üreticimizin kayıplarına mı, yoksa yavaş yavaş adı sanı belli olmayan hastalıklarla tanışmamıza mı yanılabilir?

O günlerden bu günlere gelindiğinde (son rakamlara göre) 38 milyon 380 bin hektar olan tarım arazisine sahip ülkemizde;

Mercimeği Kanada’dan, nohut-fasulyeyi Meksika ve Hindistan’dan ve daha bir çok ürünü ithal edip de yerli ve milli oluveriyoruz..

Demem o ki; Şimdilerde her şeyin yerli ve millisi modayken endişem bize yeniden şarkı türkü besteletip, üstüne bir de oynatmasınlar diyeceğim de oynamaları geçtik gibi...

Oyun büyük olmasına büyük de ,biz bu oyuna bile bile hangi çıkarlarımız uğruna gönüllü dahil oluyoruz işte ona akıl fikir erdirmek mümkün değil. 

Yaptığımız her işte istediğimiz fayda ve değeri üreten insanlar olmamız dileğiyle.

Kalın sağlıcakla...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
4 Yorum